Sömürünün Kaynağı: Eleştiriden Anlamlandırmaya Anlamlandırmadan Praksise – I
- Sabırsızlık Zamanı
- 12 Mar 2020
- 4 dakikada okunur
Arno Doğan

18. ve 19. yüzyıllar, aydınlanmanın felsefe alanında birçok meyve verdiği ve sosyal bilimlerin kurallarının çoğunun belirlendiği yüzyıllardır. Hegel ve Ludwig Feuerbach, David Strauss ve Bruno Bauer gibi Hegelci Alman filozoflar felsefe alanındaki bu trendin öncüleriyken, Adam Smith, David Ricardo ve Thomas R. Malthus gibi İskoç ve İngiliz düşünürler ekonomi politik alanının öncüleriydi. Marx, ömrünün üretken bölümünde bu iki akımdan etkilendi ve gerçeklik arayışı için bir araç olarak felsefesini Alman felsefesinin eleştirisine dayandırırken bilimsel yöntemini İngiliz ekonomi politiğinin eleştirisiyle şekillendirdi. Aslında, akademik camianın büyük kesimi, Marx’ın bilimselliğinin onun eleştirelliğinden geldiğini düşünüyor. Çoğu bu konuda hemfikir olsa bile, Marx'ın temel amacı, insan bilincinin şekillenmesinin maddi nedenlerini tıpkı doğa bilimlerinin yaptığı gibi bulup ortaya çıkarmak olduğu için eleştirel olmak zorundaydı. Yani onun eleştirelliği onun bilimselliğinin sebebi değil sonucudur. Başka bir deyişle, hem politik ekonomi hem de Alman Felsefesi eleştirildi çünkü ikisi de insanlığa ilişkin çatışmaları gizleyen ve insanlık hakkındaki gerçeğe ulaşmayı engelleyen bazı özelliklere sahiplerdi. Bugün –ve hatta o gün de- kendine Marksist diyen ancak Marx'ın çalışmalarını dogma olarak gören aksine, Marx'ın kendisi gerçeğin peşindeydi ve hiçbir önyargı ve dogmanın gerçeği aramasını engellemesine izin vermedi. Bugün bunun anlaşılması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, bu yazıda, sömürünün kaynağının yani artı-değeri Marx’ın hem Alman felsefesi hem de ekonomi politik hakkındaki eleştirileri ışığında tarihsel olarak inceleyeceğiz.
a. Alman İdeolojisine Eleştiri
Alman İdeolojisi, Marx'ın ve Engels’in Hegel'den kendisine kadar tüm Alman felsefi külliyatına verdiği addır. 1843'ten itibaren Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’yle birlikte, kendisinden önceki felsefi yazını insan gerçekliğinden ayrı olduğu için eleştirmeye başladı. Ona göre, filozofların yarattığı teori doğası gereği spekülatifti/kurgusaldı. Bundan dolayı, spekülatif felsefe asla insan doğasının oluştuğu süreci gerçek nedenleriyle anlayamayacaktı. O dönem spekülatif felsefe iki temel alana ayrışmıştı: İdealistler ve materyalistler. İdealistlere yönelik eleştirisi, insan faaliyetinin öneminin farkında olmalarına rağmen insan faaliyetini tarihsel ve sosyal tabanından kopuk bir şekilde ele almalarına dayanıyordu. Marx'a göre, gerçek nesneler Hegel tarafından bazı felsefi kavramlara ayrılır ve bu kavramların dışsallaştırılmasıyla yeniden yaratılır. Örneğin, Öz-bilinç insana dair bir nitelik iken, Hegel öz-bilinçle insanı özdeşleştirir, böylece insan felsefi bir kavrama indirgenir. Dahası, Hegel dünyayı anlamlandırırken onu insanlık dışı bir tarihsel varlıkla anlamaya çalışır. İnsan dışında bir yerde, dünyada ne olacağına karar veren tanrısal bir töz olduğu kanısındadır. Öte yandan, materyalistler toplumsal ve tarihsel koşulların farkında olmalarına rağmen insan faaliyetinin önemini yadsıdılar. Çabaları, doğa bilimlerinin yaptığı gibi tanrısal ve kutsal açıklamaları içermeden dünyayı anlamak olsa da analizlerini tarihe dayandırmadılar, bu nedenle insana ve topluma dair bazı mutlak nihai sonuçlara ulaştılar ve vardıkları sonuçları gerçekte olana empoze etmeye çalıştılar. Bu nedenle de kurgusal yani spekülatif kaldılar. Örneğin, Feuerbach insanın özü (doğası) hakkında bazı sonuçlara vardı ve sonuçları tarihsel koşullardan bağımsız, keskin ve soyuttu, bu nedenle mevcut koşulların kabulü olarak sonuçlanabilecek insan ve insanal öz için değişime yer kalmadı. Feuerbach Üzerine Tezler (1845) ’deki 6. tezinde Marx bunu şöyle açıklıyor:
“Feuerbach, dinsel özü insansal öze indirgiyor. Ama insansal öz, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekliği içerisinde, bu, toplumsal ilişkilerin bütünüdür. Bu gerçek özün eleştirisine girmeyen Feuerbach bunun sonucu olarak:
1. Tarihsel süreçten uzaklaşmak ve dinsel duyguyu [Gemüt] kendi başına bir şey olarak saptamak ve soyut -yalıtılmış- bir insan bireyini varsaymak zorunda kalmıştır.
2. Dolayısıyla insansal öz, onda ancak bir "tür" olarak, birçok bireyi salt doğal olarak birleştiren içsel, dilsiz bir genellik olarak anlaşılabilir.”
Özetle, Marx'ın felsefe eleştirisi, doğası gereği spekülatif olduğu ve kendini pratik dünyaya dayattığı gerçeğine dayanmaktadır, ancak pratiği içermez. İdealistler insan pratiğinin farkında olmasına rağmen toplumsal koşulları dikkate almayıp tanrısal açıklamalarla yetinirken materyalistler ise tam tersini yapmışlardır yani toplumsal koşulları tanrıdan bağımsız ele almışlar ancak tarihsel perspektiften yoksunlukları nedeniyle insan pratiğini dışlamışlardır.
b. İngiliz Ekonomi-Politiğine Eleştiri
Spekülatif felsefe insanlığı bazı kavramlara, politik ekonomi ise insanlığı bazı ekonomik ve endüstriyel araçlara indirger. Ana amaçları, metaların üretim ve dağıtım süreçlerini maddi dünyaya dayanarak anlamaktır ve analizlerinde ve modellerinde değişime yer vardır. Böylece, bazı gerçek sonuçlara varabilirler. Başka bir deyişle, politik ekonomi spekülatif/kurgusal değildir. Marx, ekonomi politiğin gerçekliğe ulaşabildiğini kabul eder, ancak bu sadece gerçekliğin ufak bir parçasıdır çünkü bazı değişebilen ve değiştirilebilen parametrelere sahiptirler ancak varsayımsal olarak değişemeyen ve sabit olarak kabul ettikleri başka parametreler de vardır. Dahası, modellerin veri (sabit) kısmı bu modellerde en önemli role sahiptir. Bu durum onları insanoğlunun diğer üretim faktörlerinden farklı olmaması sonucuna vardırmıştır. Bu varsayımlar, insanlığın, diğer üretim faktörleri kadar piyasa kurallarına tabi bir nesne olduğunu göstermektedir. Politik iktisatçılar, kapitalist üretim tarzını diğer üstyapı kurumları gibi bilimsel bir şekilde haklı çıkarırlar. Marx, insanların kendilerini ancak kendilerinin nesnelleştirilmesiyle gerçekleştirebileceğini kabul eder. Üretim sürecinde çalışmaya zorlanmak, insanoğlunun kendini gerçekleştirmesine yardımcı olur. Ancak, kendilerini insani olmayan bir yolla nesneleştirirler. İnsan kendini ancak nasıl üretmek ve çalışmak ve ne üretmek istediğini özgürce seçtiğinde insani bir şekilde gerçekleştirebilir. Kapitalist üretim tarzında çalışmak, nesnelleştirmeyi nihayete erdirmek için bir faaliyet değil, hayatta kalmanın bir gereğidir. Marx, bu uzlaşmaz çelişkiden kurtulmanın yolu olarak, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmayı önerir, ancak politik ekonomide bu veri (sabit) düşünülür. Böylece, ekonomi-politik, spekülatif felsefe gibi insanların çoğunluğu için hiçbir değişiklik şansı olmadığı sonucuna varmıştır. Özetlemek gerekirse, politik ekonomi insanlığı ekonomik ve endüstriyel kategorilere indirger. Bazıları için değişim kapısını açık bıraksalar da, bu değişim özel mülkiyeti veri kabul etmesi nedeniyle toplumun çoğunluğu için geçerli değildir. Bununla birlikte, değişim, insanlık için gereklidir, çünkü özel mülkiyet veri kabul edilirse, bir işçi kendini insani bir şekilde gerçekleştiremez. Dolayısıyla, ekonomi-politik, insani olmayan kapitalist üretim tarzının sonuçlarını maskelemek için bir araçtır.
Comments