“Suffragette”
- Sabırsızlık Zamanı
- 19 Tem 2021
- 2 dakikada okunur
“Suffragette (Diren)” filmi, kadın haklarının tamamının, kadınların mücadelesi ile kazanıldığını 1900’lü yılların başında yaşayan Maud Watts isimli bir kadının perspektifinden anlatıyor. Maud Watts, tüm gün buharlar içinde çamaşırcılık yapan, kocası ve oğlu için yaşayan bir kadın. Kadınların oy hakkı için yaptığı bir eyleme denk geldiğinde, onlardan biri olmadığını düşünüyor ve bu mücadeleden çekiniyor. Ama daha sonrasında, mücadele eden bu kadınlardan farklı olmadığını fark ediyor çünkü o da hayatı boyunca o dönemdeki diğer tüm kadınlar gibi eziliyor, yok sayılıyor (hatta filmde küçükken patronu tarafından tecavüze uğradığını anlıyoruz), hayatı her alanda sömürüye uğruyor. Ses çıkaran kadınların ve onlarının mücadelesinin gücünü, yarattığı etkiyi görünce onun da bu mücadele için attığı büyük adımları izliyoruz.
Film, 20. yüzyılın başında, kadınların erkeklerle aynı ağır şartlarda çalışıyor olsa da onlarla eşit ücret alamadığı, iş yerlerinde patronları tarafından psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kaldığı, kocasının malı olarak görüldüğü ve ona hizmet etmesi gerektiği, çocukları hakkında bile söz sahibi olamadığı ve bütün bunlara ses çıkarmaması gereken bir dönemde geçiyor. Kadınların çıkardığı en ufak seste, bunun anında bastırıldığı bu dönemde kadınlar bütün baskılara rağmen oy hakkı için mücadele etmekten vazgeçmiyor, pes etmiyor ve kazanıyor. O dönemden bugünlere kadar devletin kadınlara tanıdığı haklarla değil, kadınların bedeller ödeyerek kazandığı haklarla gelindiği çok açık. Çünkü kadınları koruyan ya da onlara oy hakkı tanıyan kanunlar koysalar da, kadınları koruyan kanunlar değil, kadınların o kanunların oluşmasını sağlayan örgütlü mücadele gücüdür.
Filmde de anlatıldığı gibi İngiltere’de kadınlar mücadeleden kazanarak çıktılar ve 1928’de tüm kadınlar oy hakkına sahip oldu. Sonrasında dünyanın birçok yerinde kadınlar oy hakkına sahip olsa da, kadınların toplumda yer alma, var olma mücadelesi hala sürüyor. Kadınlar her türlü ayrımcılığa uğramaya devam ediyor, şiddete hala maruz kalıyor ve bunu engellemek için hiçbir şey yapılmıyor. Bugün İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesi de bunu bir örneği. Kadınlar bunu kabul etmedikleri için sokaklara çıkıyor, sözünü söylüyor.
Bizim hem bu filmden, hem bugüne dek yaşadıklarımızdan çıkarmamız gereken, kadın cinayetlerinin, sömürülerin ve baskıların politik olduğudur. Bu çökmüş düzen içerisinde yapılacak hiçbir reform, çıkarılacak hiçbir yasa ne kadınları ne de erkekleri ezilmekten kurtarmayacak. Bu yüzden mücadelemiz kadınlar için çıkarılacak bir yasadan ibaret olmamalı. Sömürülmeye devam etmemek, yaşayabilmek, özgür olmak için yani kapitalist sistemi yıkmak için mücadelemizi büyütmeliyiz.
Adana’dan Bir DÖB’lü
Kommentarer