Yeni Evrede Gençlik
- Sabırsızlık Zamanı
- 12 Mar 2020
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 13 Nis 2020
İzmir'den bir DÖB'lü

Kapitalizm her zaman daha fazla artı-değer üretmek ve sermayesine sermaye katmak için baskı ve zor aygıtlarını emekçi halk ve gençlik üzerinde kullanır. Özellikle toplumun dinamik gücü olan gençlik üzerinde ayrı bir gericileştirme ve pasifize etme politikası uygular. Sosyal medya, uyuşturucu, eğitim gibi araçlarla gençliğin zihnini bulandırmak ister.
Gençlik marka, moda, reklam gibi araçlarla tüketim döngüsünün bir parçası haline getiriliyor. Tüketim kültürünün getirdiği yozlaşma ve okullardaki gerici eğitim gençlik üzerinde tahribata yol açıyor. Özellikle öğrenci gençliğin gelişimini daha hızlı sağlayabileceği okullarda dinci-gerici bir eğitim vererek "ilerici öğrenci profili" yıkılmaya çalışılıyor. Eğitimin içeriğinin yok edilip yerine ezberci, yalnızca sınava yönelik bir ders sisteminin oluşturulmasıyla beraber sermayenin eğitimi kendi çıkarları için piyasalaştırmasını da görürüz.
Eğitimin piyasalaşması yani Bologna sürecinden biraz bahsetmek istiyorum. Sermaye dünya genelinde eğitim, sağlık, barınma gibi emek gücünün yeniden üretimi için gerekli olan alanları hızlı biçimde metalaştırmaktadır. Üniversitelerin özelleştirilmesi, ticarileştirilmesi, eğitimin de metalaşması bu çerçevede hızlanıyor. Bologna süreci üniversitelerin ticarileşmesi, bilimsel üretimin sermayeleşmesi için önemli bir adımdır. Biraz Bologna sürecinin eğitimi standartlaştırması, yüksek öğretim ortak alan yaratma gibi uygulamaların emek gücünün meta haline geldiği kapitalist toplumda ne anlama geldiğinden bahsetmek gerekiyor.
Vasıf, emek gücünün nitelikli hale gelmesidir. Toplumu ve ihtiyaçlarını yeniden üretmek için her ekonomi gerekli vasfın, becerilerin üretilmesine ihtiyaç duyar. Daha fazla kâr elde etmek ve büyüme peşinde olan burjuvazi bu becerilerin, vasıfların üretilmeside kârı azamileştirmek ve özel mülkiyeti her alana yaymak ister. Vasfı içeren bilgi, beceriler ve bunun aktarılması süreci de özel mülkiyet haline gelir. Burada belirli sertifikalar verebilen özel eğitim şirketleri ortaya çıkar, ya yüksek harçlar ya da ücretle girilebilen belirli üniversitelerin diplomaları önem kazanır. İşte burada vasıf artık bir meta olarak seri üretimin konusu haline gelir.
Bugün bu süreç üniversiteleri iki biçimde dönüştürüyor diyebiliriz; birincisi, üretimin ihtiyacına uygun nitelikli emek gücü üretimidir. Yani üretimin uluslararasılaşmasının yeni ihtiyaçlarını karşılamak için emek gücünün yeniden üretimidir. Ve bu üretimin farklı aşamaları (sağlık, eğitim gibi) metalaştırılmaktadır. İkincisi, kapitalist bir meta üretimi sürecine dönüşen bilim ve teknoloji üretimidir. Kısacası piyasalaşma süreciyle birlikte içeriği daha da boşaltılan eğitim sistemi bilimden uzak, dinci-gerici, anadilden yoksun, paralı bir hal alıyor.
Yaşadığımız sistemde eğitim her zaman sorunlu bir konu olmuştur. Daha doğrusu sınıflı toplumlarda eğitim, hiçbir zaman gençliğin kendilerini geliştirmeleri, dünyayı anlamalarını ve hatta dünyayı değiştirmeleri için oluşturulmamıştır. Bilimsel özerkliğin ve akademik özgürlüklerin ortadan kaldırılması aslında yeni olan bir şey değildir. 1981 de YÖK'ün kurulmasıyla birlikte ilerici olan ne varsa tasfiye edilip yerine devletin kendi kurumsal çalışmalarını yaptığı gerici kadrolarını yerleştirdiğini görürüz. Emperyalizm tam ilhak döneminde yani günümüzde, yüksek işsizliğin arttığı sınıfsal çelişki ve uçurumların gittikçe açıldığı, ekonomik tabanda büyümenin yoğun artı-değer sömürüsüne ve işsizlik yönetimine dayandırıldığı toplumsal - ekonomik bir model inşa etmek zorunda. Yani iş imkanları burjuvaziye göre şekilleniyor.
Üniversitelerde tamamen sermayemin ihtiyaçlarına göre düzenleniyor. Kısaca, üniversitedeki eğitim burjuvazinin kendine nitelikli eleman ve devlet kadrosu yetiştirmesiyle ilerliyor. Tüm bunlar artan işsizliği, atanamayan milyonlarca genci yani geleceksizliği getiriyor. Umutsuzluğa kapılan, çözümsüz kalan yüzlerce genç ya intihar ediyor ya da yurt dışına çıkıp orada daha refah bir hayat süreceklerini düşünüyorlar.
Fakat tüm geleceksizleştirmelere karşı kendi geleceğini değiştiren, dönüştüren gençlik hareketlerini de görmek gerek. Dünya genelinde gelişen gençlik mücadelesi, ayaklanmacı ruh hali, eylemsellik ve pratiğiyle kendini evrensel olarak gösteriyor. Dünyanın bir çok ülkesinde Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya, Türkiye, İran, Şili, Tunus, Mısır'da gençlik politikleşen taleplerle beraber sokaklardaydı. Bu noktada Avrupa ülkelerindeki gençlik hareketleri eğitimin metalaştırılmasına karşı verdikleri mücadeleyle öne çıktılar. Avrupa'daki üniversiteler piyasalastırma dalgasıyla karşılaşınca yüz binlerce liseli ve üniversiteli var olan kamusal hakların korunması ve kaybedilenlerin yeniden kazanılması için hareket ettiler. Bunun yanı sıra Şili'deki gençlik, eğitimin piyasalaştırmasına karşı parasız ve nitelikli eğitim için sokakları doldurdu. Diğer yandan Arap ülkelerinin çoğunda işsizlik/güvencesizlik ve ağır baskı rejimleri gençlik kitlelerini harekete geçirdi. Geleceksizliğe, işsizliğe karşı harekete geçen liseliler ve üniversiteliler diktatörler deviren Arap Baharı isyanlarında kaçınılmaz ciddi rol aldılar. İran'da ise 2009'da belirginleşerek etkisini gösteren isyanlarda gençlerin talepleri, faşizan baskı aygıtlarına karşı İran-İslam rejimine karşı, özgürlüktü. Türkiye de ise 2010 yılının son aylarında yükselişe geçen gençlik mücadelesinin temeli, yüksek öğretimin yeniden kapsamlı bir piyasalaştırma dönüşümünün hazırlıklarına duyulan tepkinin, 2010 yılı üniversite açılış dönemi başında siyasal iktidarın üniversiteler üzerindeki baskı aygıtlarını uzmanlaştırması politikasına karşı duyulan tepkiyle birleşmesi oldu.
Türkiye açısından baktığımızda yükselen gençlik hareketleri yalnızca eğitim üzerinden olmamıştır. Coğrafyamızda Kürdistan gibi bir gerçeklik var ve gençlik ayaklanmaları ulusal sorun üzerinden de gelişmiştir. Zaten gençliğin gündemi ve mücadelesi yalnızca kendi sınırları içerisinde kalamaz. Tüm bu sorunlara genel anlamda bakmak ve sınıfsal bir sorun olduğu için sistem temelli ele almak gerekir. Nitekim çözüm noktası da buraya çıkmaktadır. Faşizm koşullarında eğitim ve öğrenci gençlik sorunları yalnızca üniversite sınırları içerisinde çözülemez. Çünkü öğrneci gençliğin kurtuluşu toplumdan bağımsız olmayacaktır.
Son olarak biz gençler "Ne yapmalı"dan çok "Nasıl yapmalıyız?"ı konuşmalıyız. Çünkü aslında yaptığımız pratik ve eylemsellikler ne yapmamız gerektiğini neler yapabileceğimizi gösterdi. Fakat daha bilinçli, daha sağlam ilerleyebilmek için öz örgütlülüğümüz şarttır.
Comments