top of page

Kadınların VE LGBTİ+’ların Kurtuluşu Devrimdedir!

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 2 Mar 2022
  • 6 dakikada okunur


Merhaba arkadaşlar hepinizi selamlıyorum. Sunumuma başlarken “Kadın ve LGBTİ+ sorunu” ifadesi yerine, “Kadınların ve LGBTİ+’ların mücadelelerinin doğuşu” ifadesini kullanacağım.

İnsanlığın tüm sınıflı tarihi, erkek cinsinin kadın cinsi üzerinde egemenlik kurma tarihi, kadının ezilmesi tarihidir. Dolayısıyla günümüzün sorunu değil, sınıflı toplumlardan beri gelen günümüze kadar farklı boyutlarıyla doğan bir mücadeledir. Toplumun en öteki ve ezilmiş ama bir o kadar da başkaldırılarla dolu bir tarihidir. Fakat, tam da başlamadan önce buna kısaca değinmek istiyorum. Ama şunu da eklemeden geçmek istemiyorum. Kadın konusu da, LGBTİ+ konusu da birbirinden ayrı konular değildir, hatta iç içe geçmiş konulardır o yüzden birinden bahsederken diğerine değinerek devam edeceğim.

Bebel “Sosyalizm ve Kadın” kitabında kadının köleleştirilmesi, kadınların savaşımının başlaması üzerine şöyle diyor; “Kadının köleleşmesi; ailenin kabileyle zıtlaştığı, özel mülkiyetin geliştiği sınıflara bölündüğü ve sınıf uyuşmazlıkları dizginini sıkı sıkıya tutmak ihtiyacından devletin doğacağı, tarih öncesi dönemle aynı zamandır.” Evet, daha demin de söylediğimiz gibi aslında özel mülkiyetin, sınıfların ortaya çıkması ile aynı zamandır.

Burjuvazi kadını toplumsal üretim sürecine çekerken aynı zamanda kadının aile ve toplum içindeki ikincil konumunu korumaya da özen göstermiştir. Bu da kadının erkekten çok daha ucuz emek gücü olarak görülmesine neden olmuş Ve işçiler arasındaki rekabeti kadın işçiler ve işsizler üzerinden sağlamaya çalışıp ücretleri en alt sınırda tutmanın ön koşulunu oluşturmuştur. Yani kadın hem evde hem fabrikada hem de okulda ikincil konumdadır. Ve hep ezilen, sömürülen taraftır. Aile ve kadınları, sorun olarak dayatan sınıflı toplumun kendisidir. Aynı zamanda LGBTİ+’ları da bir sorun olarak dayatan ve ezilmelerine, yok sayılmalarına sebep olan sınıflı toplumun kendisidir. Bunu bir hastalık veya tedavi edilmesi gereken bir sorun gibi gösteren ‘toplumun ahlak’ anlayışını zedeleyen bir şey gibi gösteren gerici burjuva aklın mutfağından çıkmıştır ve dinci-faşizm her saldırı ve politikasıyla bunu pekiştirmektedir. Fakat, cinsel yönelimler bu gerici zihniyetlerin anlattığı gibi hastalık değildir. Bilim insanlarının söylediği gibi cinsel yönelimlerin tek bir faktör tarafından belirlenmediğine, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu olduğuna ve biyolojik faktörlerin genetik faktörlerle erken rahim ortamının kompleks etkileşimi ile bağlantılı olduğuna inanmış, benimsemiştir. Bu noktada şu alıntıyı yapmayı gerekli buluyorum Darwin “Türlerin kökeni” kitabında şöyle diyordu. “Evcillik durumunda sık sık ( erkek-dişi ) cinslerden birinde bazı özellikler ve bu özellikler, doğa durumunda olduğu gibi, bu cinste kalıtım yoluyla geçer duruma gelir. Doğal seçmenin iki cinsinin varoluşun değişik alışkanlıklarına göre değişmiş olması zaman zaman gerçekleştiği gibi, olanaklıdır, ya da bir cins öteki cinse göre değişime uğrar, bu da çok sık görülen bir şeydir.” Ve aslında birçok birey kapitalizmin, dinci-faşizmin düşmanlaştırdığı öteki konuma attığı bireylerden biri belki de, fakat bunun toplumsal normlardan dolayı farkında bile değil.

Evet, burjuvazi baktığımız zaman bütün orta çağ boyunca feodal toplumun boyunduruğu altında kalan kadını, erkeği, LGBTİ+’ları o zamanlara göre daha çok özgürleştirdi. Fakat, bu beraberinde kendine yabancılaşmayı getirdi bunun en büyük örneği; üretim ve okuma oranı diyebiliriz. Fakat, üretimde kadın gelişirken aynı zamanda sömürü de katmerleşti. Kadın hep ucuz emek gücü olarak görüldü ve hala görülüyor. Mesela kadınlar hem çalışırken aynı zamanda ev işlerinden, çocuk bakımından sorumlu oluyor. Bu da sömürüyü katmerleştiriyor. Ve kadınların çoğu bu sebeplerden işten ayrılmak zorunda kalıyor. Hatta son zamanda çıkan istatistikler de buna örnek olabilir.

Okullar da genç kadınlar devletin, kapitalizmin tipik “kadınlık” anlayışına göre şekilleniyor. En basit örneği; bir erkek öğrenci bacaklarını açarak oturduğunda yadırganmazken genç kadın bacaklarını açtığında kapa kızım bacaklarını “kız” gibi ol deniliyor. Ya da genci, emekçisi, LGBTİ+’sı fark etmeksizin her an okul da ya da sokak ortasında tacize uğrayabiliyor, katledilebiliyoruz. Nefret politikaları ile bir trans sırf keyif olsun diye dövülebiliyor ya da katlediliyor. Evet, ne desem sonu hep katledilmeye çıkıyor değil mi? Çünkü, sadece son 1 yılda en az 306 kadın katledilmiş. Daha bilmediğimiz birçok şüpheli kadın ölümleri var. Ve istatistikler, Ocak ayında katledilen 23 kadından 13’ünün silahla, 6’sının kesici aletle, 4’ünün ise boğularak öldürüldüğünü gösterdi. Trans katliamlarında ise verilere göre Ocak 2008 ve Eylül 2020 arasında dünya çapında 3664 trans cinayeti kaydedildi. Sadece son bir yılda kaydedilen cinayetlerin sayısı ve daha bilmediğimiz birçok şüpheli trans ölümleri var. Bunlar bizzat erkek egemen sistem tarafından örgütlenip, sistematik bir şekilde uygulanmaktadır. Fakat, içinde bulunduğumuz dönemde sadece kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik baskılar, şiddet ve saldırılar artmıyor. Kadınların ve LGBTİ+’ların örgütlenme çalışmaları ve başkaldırıları da artıyor. Kapitalist sistemin, erkek egemenliğin baskılarına, şiddetine tüm saldırılarına rağmen bu mücadele her zaman ileri adım atmaya devam ediyor. Bunu gezi ayaklanmasında LGBTİ+’ların kendilerini ve örgütlülüklerini çok net bir şekilde ortaya koyarak en ön saflarda yer almasından görebiliriz. Ayrıca o günden bugüne kadar tırnaklarıyla kazıyarak mücadele ederek kazandıkları haklarından da, 1 Temmuz’da kadınların ve LGBTİ+’ların İstanbul sözleşmesinin feshedilmesine karşı sokaklara akmasından, barikatları aşmalarından görebiliriz.

Kadınların ve LGBTİ+’ların eylemleri tüm emekçi işçi sınıfının kapitalizme karşı yürüttüğü genel başkaldırısıdır. Türkiye’nin her bir yerinde dalgalanan eylemlerin ve yaygınlığında kadınların artan eylemliklerinin ve sokakları zapt etmesinin büyük bir rolü vardır.

Kadınlar her zaman daha cüretli ve cesur bir şekilde her yerde en öndedirler. Elinde silah Kürdistan da, sırtında çanta emekçi mahallelerinde, üstünde önlük bir fabrika da yâda bir meydan da barikatların üstünde… Yani demem o ki kadınlar ve LGBTİ+’lar sadece kadın eylemleri ile onur yürüyüşleri ile var olmadılar kendilerini bu şekilde ispatlamadılar onlar yani bizler yaşamın üretimin her alanında her yerinde vardık ve hep en öndeydik mesela bir işçi mitinginde mesela bir öğrenci eyleminde mesela bir emekçinin evinde… Bizler bulunduğumuz her alanı savaş meydanına çevirenleriz.

Kadın ve LGBTİ+’lar katmerleşen ekonomik sömürüden tutun da beden sömürüsüne kadar, sömürünün her biçimine maruz bırakılmışlar olarak sistemden daha kolay kopuş yaşamaktadır. İşte bu yüzden de her yerde her koşulda alev toplarımızla gezenleriz. İşte bu alev toplarını son zamanlarda artan mücadelelerimizden görebiliriz. Şimdi de birlikte sinevizyonumuzda bunu birlikte izleyelim.

Böylece izlediğimiz video da görmüş oluyoruz ki ezen ve egemen olan güçler ne kadar saldırırsa, baskı uygularsa uygulasın bu mücadeleyi güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor. “Ağzını açanı alın” diyenlerin kuşağında milyonlarca kadının ve LGBTİ+’nın sesi çınlasın.

Fakat, bunların hepsini konuşurken şunu unutmamalıyız; kadınların da, LGBTİ+’ların da üzerinde her türlü zor aygıtını kullanan, her şekilde şiddeti, tacizi, mobingi, katliamları yaşamın dışında tutan her şey politiktir. Bu kadar açıktır. Dünyanın her yerinde sınıflar ve sınıf karşıtlığı olduğu sürece de her şey politik olacaktır. Bundan dolayıdır ki bizlerin de kadın ve LGBTİ+ mücadelesinin kurtuluşunun bir devrimle muradına ereceğini ve bu tarz mücadeleleri de devrimci tarza evirmenin bizlere düştüğünü bilmeliyiz.

Sınıf çelişkileri ve kapitalist sistem egemen olduğu sürece bizim temel sorunumuz sınıfsaldır arkadaşlar, kadınlar için de erkekler için de LGBTİ+’lar için de. İşte tam da bu yüzden gerçekten kesin kurtuluş istiyorsak bu mücadeleye bilimsel sosyalizmin gözüyle bakmak zorundayız. Tek öznesi cins üzerinden yürütülen bir mücadele ya da feminizm ile değil bütün insanlığı ve ezilen kesimleri sermayenin boyunduruğundan kurtaracak sosyalizmin bilimsel teorisiyle soruna yaklaşmalıyız. Eğer kapitalizm koşulları içerisinde sadece haklar peşinde koşarsak kadınlar ve LGBTİ+’lar için de, toplumun ezilen her kesimi için de değişen tek şey hiçbir şey olacaktır. Kadın kitleleri içinde devrim mücadelesi vermeli, LGBTİ+’ları devrimin zaferinin gerçek kurtuluş olduğuna ikna etmeliyiz. Biz Marksist - Leninist kadınlar her şey için devrim mücadelesi vermeliyiz. Son süreçlere baktığımız zaman bahsettiğimiz perspektif bu nokta da daha ileri bir noktada duruyor.

Marksizm bu soruna nasıl yaklaşır, feminizm nasıl bakar hazır açılmışken çok küçük açayım. Feminizm temelinde örgütlenen bir dizi kurum var, bunları burada tek tek açmamıza gerek yok, fakat feminizmin genel bakışı şöyledir: Kadının baskı altında olması ve sömürülmesinin çıkış noktasını, genelde erkeklerle kadınların arasındaki biyolojik farklılıkta gören bir kuramdır. Kısaca bunu şu şiarla özetleyebiliriz. “Kişisel olan politiktir.” Aynı zamanda iki ayrı kutbu birleştiren yani sosyalist feminizm diye adlandırılan bir kuram da vardır. Aslında feminizmden çok ayrı değildir, fakat son zamanlarda popüler olduğu için bunu ayrıca açıklamak istiyorum. Bir kuram asıl ağırlığın ekonomik temelde ve nesnel koşullar olmak üzere, kadının durumunu çözümlemek için öncelikle sınıf temelinde yaklaşılması gerektiğini söylüyor. Diğeri ise üst yapı ve öznel durum unsurları olmak üzere çıkış noktasının cinsiyet olduğunu söylüyor. Fakat, bu iki çok ayrı kuramın birbiri ile yan yana gelmesi olanaksızdır. Yani cins eşitsizliğini ortadan kaldırabilmek için ilk önce ekonomik temelleri yani kapitalizmi ortadan kaldırmalıyız. Öbür türlü verilen mücadelelerin hepsi sistemin sınırlarını aşmayan veya ona hizmet eden noktada kalır.

Biz bu sistem içinde iyileştirilmiş koşullar değil, gerçek özgürlük ve tam kurtuluş istiyoruz. Özgürlük istemek sosyalizm demektir. Sosyalizm ise sınıf ayrımları ortadan kalkmaya başlar, insanın sömürüsüne son verir, cinsiyetler ve cinsel yönelimler arasındaki eşitsizliğe son verir. Kadını da, LGBTİ+ bireyi de toplumsal üretim sürecinin ve toplumun yönetiminin erkekle birlikte baş aktörü durumuna getirir. Yani kadını da, erkeği de, LGBTİ+’sı da ülkenin asıl üretenleri olarak baş aktörü olur artık. Fakat, buradan şunu çıkarmamak gerekiyor mükemmel ve kusursuz bir yaşam olacak. Hayır, tabii ki kusursuz değil, kadının da LGBTİ+ da savaşı ve mücadelesi devam edecektir. Çünkü, hala erkek egemen sistemin kırıntıları ayak sürümeye devam edecek, toplumsal devrim sürecinde bu alışkanlıkların gücüne karşı çetin mücadeleler verilecek ve birçok sorunu değiştirmek ve dönüştürmek zor ve sancılı olacaktır. Sovyetler bunun en büyük örneğidir Sovyetler Birliği insanlığın ulaştığı en ileri anayasayı oluşturmasına rağmen geçmişten bu yana kadınlara ve ezilen cinsel yönelimlere yönelik gerici anlayışları yıkabilmek için çok uğraşıyor ve başarıyla bunun üstesinden geliyorlar. Molotov bu konuya dair şöyle der: “Sovyet döneminde yeni bir kuşak yetişti ve kartal kanatlarını açtı. Kabul etmek gerekir ki, devrimimizin en büyük başarılarından biri, Sovyet yurtseverleri olarak halkın yeni ruhi yapılanması, düşünsel alandaki gelişmesidir. Bu, kentte ve kırda, ister fiziksel ister zihinsel çalışma içinde olsun, tüm Sovyet halkı için geçerlidir. Bu gerçekten Ekim Devrimi’nin büyük bir başarısıdır. Sovyet halkı 30 yıl önceki Sovyet halkı değil”. İşte bizler de bunun için çabalayacak ve yeni insanı oluşturmaya eski çürümüş derilerimizden kurtulmak için her adımımızda daha ileri noktalara geleceğiz. Erkeğin, kadının, LGBTİ+’ların birbiri üzerinde tahakküm ilişkileri kurmadığı, sınırların, sınıfların olmadığı komünizme kadar mücadelemiz sürecektir!


İstanbul’dan Bir DÖB’lü


Comments


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page