top of page

Türkiye’de Sendikal Mücadele Tarihi

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 27 Kas 2024
  • 5 dakikada okunur



Türkiye ve Kürdistan topraklarında sendikal mücadele tarihini 16 Haziran 1946 tarihinden itibaren anlatmaya başlayabiliriz. 1946 yılında Cemiyetler kanununda yer alan “sınıf esasına dayanan” cemiyet kurma yasağı kaldırılmış; ardından sendikal mücadelenin yolu yasal olarak açılmıştır. Yasal yolun da açılmasıyla birlikte işçi sınıfı uzun zamandır hasretini kurduğu bir mücadele aracına kendi öz örgütünü yasal olarak kurma hasretini gidermiştir. Yasağın kalkmasıyla birlikte Türkiye ve Kürdistan toprakları üzerinde 600’den fazla işyeri sendikası 6 aydan da kısa bir sürede kurulmuştur. Bu altı aylık sürecin sonunda dönemin sermaye sınıfı tehlikenin farkına varmış ve açılan sendikaların hepsini devlet eliyle kapatmıştır. 1947 yılının Şubat ayına kadar herhangi bir sendika kurulmamıştır. Şubat ayında yeni bir sendika yasası ile sendikaların kurulmasına tekrardan izin verilmiştir. Bu sendika yasası ile sendikaların; “milliyetçiliğe karşı olmayacakları” “politik gelişmelere taraf olmayacağını” ve de “greve çıkamayacakları” düzenlenmiştir. Yani daha kuruluş aşamasında olan sendikal hareket sermaye ve devlet tarafından sakatlanmıştır. 

Bu düzenlemenin ilk ürünlerinden olan Türk-İş ise 1952 yılında kurulmuştur. Türk-İş tarihindeki en önemli eylem ise 1961 yılındaki Saraçhane mitingidir. 1961 Anayasası’nda yer alan 46. ve 47. maddede sendikal haklara yer verilmiştir. Sendika kanunu olmadığı sürece anayasada sendikal hakların tanınmış olmasının bir anlamı yoktur aslında. Bu durum sendikalı işçileri huzursuz etmiş ve sendikal haklara ilişkin kanun çıkmadığı sürece bu düzenlemelerin bir anlamı olmadığını bildikleri için dönemin hükümetine baskı uygulamaya karar vermişlerdir. Bu amaçla 31 Aralık 1961 yılında büyük bir Taksim mitingi düzenlemeye karar vermişlerdir ve süreç içinde devletin mitingin gerçekleşmemesi için bütün ayak oyunlarına rağmen; 31 Aralık 1961 tarihinde büyük Saraçhane’de büyük bir miting yapılmıştır. Bu mitinge Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanından 150.000’den fazla işçi, emekçi ve genç katılmıştır. Halk adeta Türkiye’de tarih sahnesine çıkan işçi sınıfını büyük bir coşkuyla, yollarına çiçekler sererek karşılamıştır. Mitingden sonra bu düzenleme yapılmamıştır. 

Kavel grevi direnişi sınıf mücadelesi tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kavel direnişinin başlangıç nedeni patronun kendisiyle zam görüşmesi yapan üç işçiyi kovması ile başlamıştır. Bu üç işçi kovulduktan sonra fabrikadaki diğer işçiler fabrikada tezgâh başında oturma eylemi yapmaya karar vererek üretimi durdururlar. Fabrikanın girişinde nöbet tutan işçilere polis saldırır ve 4 işçi tutuklanır. Diğer fabrikalarda çalışan işçiler de Kavel işçilerine sahip çıkarlar, grevlerine destek olmak maddi yardım toplarlar ve sakal bırakma eylemleriyle direnişlerini selamlar. Grevin büyümesini istemeyen devlet ve sermaye Kavel işçilerinin taleplerini kabul eder. Ardından 24 işçiyi işbaşı yaptıktan sonra kanuna muhalefet ettiklerinden bahisle tutuklar. Tutuklanan işçilerden 6’sı tahliye olduktan sonra işten atılır. Tekrardan grevler başlar; işçiler tutuklanır, burjuvazi işçi sınıfının yasa talebini yerine getirmeden bu beladan kurtulamayacağını anlayınca 274 ve 275 sayılı grev ve toplu iş sözleşmesi yasasını yürürlüğe geçirmek zorunda kalır. 

Sendikal mücadele tarihinde bir diğer önemli durağımız ise Paşabahçe Şişecam Fabrikası grevidir. 1966 yılının Ocak ayının sonunda 2500 cam işçisi greve çıkmıştır, Türk-İş grev sonlanmamasına rağmen grevin sonlandığına dair bir bildiri yayınlamıştır. Türk-İş’in ihanetine rağmen fabrika işçileri bu bildiriyi tanımamış ve direnişine devam etmiştir. Sermaye sınıfı çareyi devlet eliyle grevi “halk sağlığını bozduğundan bahisle” 1 ay ertelemekte bulmuştur. Sürecin sonunda Türk-İş Petrol-İş Sendikasını 15 ay, Kristal-İş Sendikasını 15 ay, Maden-İş Sendikasını 6 ay, İstanbul Basın-İş Sendikasını ise 3 ay geçici ihraç cezasına çarptırılmıştır ve Türk-İş’ten kopuşlar başlamış, bir sene sonra DİSK kurulmuştur. 

DİSK’in kuruluşundan sonra işçiler sarı sendika olan Türk-İş yerine DİSK’e üye olmaya başlamıştır. Devletle ve sermayeyle dirsek teması olan Türk-İş, işçiler DİSK’e üye olmasın diye de facto olarak DİSK’i çalışamaz bir hale getirecek olan bir kanun tasarısı hazırlar. Kanun tasarısı 13 Haziran 1970 yılında meclisten geçer. Buna cevaben DİSK eylem çağrısı yapar. Eylem çağrısına uyan işçiler 15-16 Haziran’da ayaklanır. Bu ayaklanmada işçi sınıfı ve ilerici öğrenciler Taksim meydanına akın ederler, alanlarda güvenlik güçleriyle çatışırlar. Bu çatışmalarda 4 işçi ölümsüzleşmiştir. Ayaklanmanın ikinci gününde DİSK geri adım atmış, Kemal Türkler radyodan eylemlerin sonlandırılması çağrısı yapmıştır. Burjuvazi durmamış, Kemal Türkler ve bazı işçi önderlerini tutuklamış, sıkıyönetim ilan etmiş ve ayaklanma son bulmuştur. 

 12 Mart sonrası Türkiye’de faşizm etkisini arttırmış ve sınıf mücadelesi bir nebze olsun 15-16 Haziran ayaklanmasının da başarısız olmasından sebeple gerilemiştir. Bu gerilemeye 1 Mayıs 1976’da işçi sınıfı bir dur demiştir ve Türkiye tarihinde ilk kez işçi sınıfı yüzbinlerle 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamıştır. 1 Mayıs sonrası moral kazanan sınıf, o dönem mecliste görüşülen DGM’lerin kurulmasına engel olmaya karar vermiştir. Bunun için DİSK “DGM’ye Hayır” sloganıyla 16-20 Eylül 1970 tarihleri arasında eylemler düzenlemiş. İlk gün 100 bin işçinin katılımıyla başlayan eylemler, son gününde 300 bin kişinin katılımıyla sonlanmıştır. İşçi sınıfının kararlılığı karşısında dönemin hükümeti geri adım atmış ve meclisteki DGM yasa tasarısı görüşmeleri son bulmuştur. 

 Sınıf mücadelesinin bir diğer önemli durağı ise kanlı 1 Mayıs’tır. Önceki sene işçi sınıfının 1 Mayıs coşkusunu gören sermaye sınıfı ve devlet; sınıfın özgüvenini, cesaretini ve de ivmesini kırmak için 500 bin işçinin katıldığı 1 Mayıs’ı kana bulamıştır. Sermaye sınıfının ve onun aygıtı olan burjuva faşist devletin fark edemediği şey ise Kanlı 1 Mayıs saldırısı işçi sınıfını korkutmamış tam tersine saldırılara karşı cesaretlendirmiştir. Taksim Meydanı bir sonraki 1 Mayıs’ta çok daha görkemli, öfkeli ve büyük kalabalıklarla dolmuştur. 

 30 Mayıs 1977’de Maden-İş ile MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) arasında 9 aydır yürütülen toplu iş sözleşmesi süreci olumsuz sonuçlanmıştır. Bunun üzerine Maden-İş grev kararı almıştır. “DGM’Yİ EZDİK SIRA MESS’TE” sloganlarıyla yola çıkan Maden-İş sendikası 8 ay boyunca 43 farklı işyerinde 15 bin işçiyi kapsayan büyük bir grev örgütlemiştir. Patronlar ise “Komünistler İşçileri Neden Aldatıyor?” isimli broşürler dağıtmış, Sungurlar işçileri bu broşürleri fabrikalarının önünde yakmıştır. Sürecin sonunda 3 Şubat 1978 yılında bir Maden-İş ile MESS arasında uzlaşma sağlanmış ve grev son bulmuştur.  

22 Ocak 1980 tarihinde İzmir’deki Tariş grevi bu yazı için son durağımızdır. Grevin başlangıç sebebi; dönemin faşist devleti gözünü Tariş’e dikmiş ve Tariş’i sivil faşistlerin yuvası yapmak için kara propagandaya başlamış olmasıdır. Bu propagandanın sonucunda Tariş’e yeni genel müdür atanmış ve Tariş’te bulunan işçilerin atılacağına yönelik hamleler yapacağını duyurmuştur. Bunun üzerine Tariş işçileri; Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Necati Vardar yoldaşlarımızın örgütçüleri ve de öncülerinden biri olarak bulundukları greve çıkmıştır. Devlet grevi sivil faşistler ve polisle delmeye çalışmış, işçiler ise buna tepki göstermiştir. Fabrika girişlerinde arbedeler yaşanmış ve yaşanan arbedelerin sonucunda 50 işçi yaralanırken polis 600 işçiyi gözaltına almıştır. Bunun üzerine olaylar bütün kente yayılmış ve 600 işçi serbest kalması için şehirde on binlerce işçinin katılımıyla 25 Ocak 1980 tarihinde büyük bir demokrasi mitingi düzenlenmiştir. 31 Ocak tarihinde gözaltındaki işçiler, devlet tarafından olayların büyümemesi için serbest bırakılmıştır. Dönemin faşist devleti işçileri fabrikadan uzak tutmak için işçileri serbest bıraktıktan 6 gün sonra üretime ara verme kararı vermiştir. İşçiler ise faşistlere karşı fabrikalarını terk etmeme kararı almıştır. 7 Şubat tarihinde polisler ve askerler Tariş fabrikalarına girmeye çalışmış, devlet ve sınıf arasındaki kapalı çatışma açık çatışmaya dönmüştür. Devlet emekçi mahallelerine girmeye çalışmış, ama başarısız olmuştur. Bu olayların üstüne dönemin Genelkurmay başkanı Kenan Evren basına “Biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla savaşıyoruz.” demecini vermiştir. Açık çatışma durumu 20 Şubat tarihine kadar devam etmiş ve işçi sınıfı geri çekilmek zorunda kalmıştır.  

12 Eylül 1980 tarihine kadar Türkiye’nin dört bir yanında devrim ve sınıf mücadelesi ayaklanmalarla, çatışmalarla çelişkilerin en yüksek olduğu ana kadar devam etmiştir. Sermaye ve devlet devrim mücadelesini durdurmak için faşist cuntaya ihtiyaç duymuş ve 12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye ve Kürdistan’da askeri cunta yönetimi devralarak bütün sendikal mücadeleyi yasaklamış, işçi sınıfının öncülerini ve devrimcileri zindanlarda tutsak etmiş, işkencelerden geçirmiş ve katletmiştir. Faşizm tarafından devrimci yoldaşlarımız Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Necati Vardar 13 Mart 1982’de idam edilerek, ölümsüzleşmiştir. 

Çok uzun bir süreci anlattığımız bu yazı dizisinin ilk bölümünü tarihsel olarak bir sonraki aşamaya geçmeden önce burada sonlandırmanın doğru olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki yazımızda sınıf mücadelesinin tarihsel olarak devamına değineceğiz. Bir sonraki sayıda tekrardan görüşmek üzere…

          

İZMİR’den Bir Genç Yoldaş Okuru


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
MARKSİZM 101: TARİHSEL MATERYALİZM

Tek cümleyle özetlemeye çalışırsak tarihsel materyalizm, Marksizm biliminin tarihsel gelişmeye uygulanmasıdır. Ancak bu yazıda tek bir...

 
 
 

Commenti


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page