top of page

Salgın ve Kadına Şiddet

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 20 May 2020
  • 5 dakikada okunur

Kapitalist emperyalist sistemlerin nasıl bir çürüme ve çöküş içinde olduğunu, küçücük bir virüsün bütün ülkeleri nasıl yerle bir ettiğinden anlayabiliyoruz. Tüm dünyayı saran ve bütün insanlığı tehlikeye sokan Covid-19 virüsüyle karşı karşıyayız maalesef. Covid-19 'un dünya genelinde vaka sayısı 2 milyon 65'e ulaştı. Son bir kaç aydır virüs can almaya devam ederken sokakların, okulların, iş yerlerinin ve birçok yerin boşaltıldığına tanık olduk. Herkesi eve kapatan bu virüs sonucunda gün geçtikçe çoğalan bir sürü sorunla karşı karşıya kaldık. Evde kalın demekle yetinen iktidar işçi ve emekçileri büyük bir açlığa, yoksulluğa mahkum etmeye çalışıyor. Ücterli izin verilmediği için de fabrikalarda, inşaatlarda çalışan işçiler salgın tehlikesiyle karşı karşıya. Çalışan işçiler için hiçbir önlem alınmadığı, testler yapılmadığı için ve iki günlük bir sokağa çıkma yasağıyla yetinildiği için işçilerin ölüm haberlerini almaya başladık. Eğitim sistemine baktığımız zaman uzaktan eğitim dersleriyle devam etmeye başladık. Derslerin içeriği oldukça gerici olmakla birlikte maddi sıkıntı yaşayan öğrenciler bilgisayarı ya da tableti olmadığı için ders bile dinleyemedi. Sağlık emekçileri günlerinin büyük çoğunluğunu hastanede geçiriyor ve onlar için hiçbir önlem alınmıyor. Sağlık emekçilerinin ölüm haberlerini alıyoruz sürekli. Kapitalizm öyle bir virüs ki insanları iyileştirmek için çabalayan sağlık emekçileri bile canından oluyor.

Bugün benim asıl anlatmak istediğim konu corona virüsü ve kadına şiddet. Çünkü yapılan araştırmalara göre eve kapanmalarla birlikte aile içi şiddet, kadına şiddet oldukça artmış durumda. Kapitalist sistemde hangi alanda olursa olsun kadının ikinci planda olduğunu hepimiz biliyoruz. Kadınlar evde, işte, sokakta, okulda, parkta psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıyor. Ekonomik kriz, salgın ve savaş dönemlerinde en çok etkilenen kesim kadınlar ve çocuklar oluyor genellikle. Şiddete uğruyor ya da evin ekonomisini elinde tutan erkek, evin reisi vs. gibi düşüncelerden kaynaklı işten ilk çıkarılan kadınlar oluyor. Zaten genellikle sürekli evde olan ev işi, çocuk bakımı, yemekle uğraşan kadınlar işsizlikle beraber iyice eve kapanıyor. Kahveler, maçlar, meyhaneler, camiler, küçük işletmeler ve kafelerin kapatılmasıyla babamız, abimiz, eşimiz vs. günün büyük çoğunluğunu evde geçiriyor. Virüsün katmerlediği ekonomik kriz, işsizlik, borçlar ve faturalarda aile içi şiddetin ve kadına şiddetin artmasına neden oluyor.

BM 2019'da “Dünya Kadın İlerleme Raporu’nda” kadınlar için en tehlikeli yerin kendi evleri olduğunu açıklamıştı. Çünkü evler koronavirüs döneminde kadınlar için daha tehlikeli hale geldi. Sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde kadına şiddet karantina süreciyle birlikte oldukça artış göstermiş durumda. Türkiye’de sokağa çıkma kısıtlamalarının ilk 15 gününde 18 kadın öldürüldü mesela. Yapılan araştırmalara göre;

İstanbul’da 2019 Mart’ında 1804 olan aile içi şiddet vakası Mart 2020'de 2493'e fırlamış. Artış oranı yüzde 38.2

Salgın günlerinde yapılan ihbar verilerine göre fiziksel şiddet yüzde 80 oranında artmış.

Psikolojik şiddet yüzde 93 oranında artmış.

Virüsten sonra kadına şiddet Fransa'da yüzde 30’luk bir artış göstermiş.

Çin’de ev içi şiddet vakaları 3'e katlanmış.

ABD’de yüzde 30’luk bir artış gösteriyor.

İngiltere'de Ulusal İstismar yardım hatına yapılan çağrılar yüzde 65 artmış.

Verilere bakılırsa oldukça can yakıcı bir durumla karşı karşıyayız. Ayrıca şiddete uğrayan kadınlar virüs bulaşma riskinden ötürü darp raporu almak için hastaneye bile gidemiyor. Ya da saldırganın sağlıksız koşullarda kalacağından kaygılanıp şikayetçi olmak istemiyor. İnfaz düzenlemesiyle birlikte uyuşturucu ve cinsel istismar suçları indirim kapsamında olduğu için ilerleyen süreçlerde kadına şiddet daha çok artacak gibi görünüyor. Sadece kadına değil çocuklara da tabii. İnfaz düzenlemesi son zamanlarda oldukça konuşulan bir konu oldu. İnfaz düzenlemesine ilişkin kanun teklifi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Bu düzenleme cinsel istismar dahil cinsel suçların önce açığa alınıp oradan izinle topluma salınmasının yolunu açacak bir düzenleme. Bir çocuğu tecavüzcüsüyle evlendirmek isteyen berbat bir düzenleme. Yani çocuk istismarı ve cinsel suçları meşrulaştırma oluyor tam olarak. Görünüşe göre hem kadına şiddet hem de çocuklara şiddet artış gösterecek. Peki artan şiddet olayları için neler yapılıyor ona bakalım biraz. Fransa, Kanada, Avusturulya, Almanya gibi ülkelerde kadına şiddete karşı cinsel saldırı merkezleri ve çocuk barınakları için destek paketleri harcanıyor, yeni sığınma evleri açılıyor, boşalan otel odaları şiddete uğrayan kadınlar için kullanılıyor. Mesela Fransa’da İçişleri Bakanlığı şiddet mağdurlarının karakola gitmeden en yakın eczaneden bildirimde bulunabilmesini sağladı. Fakat Türkiye'de kadına şiddetiönleme amaçlı uygulanan hiçbir şey yok.

Gelelim bugünlerde gündemde olan bir başka konuya. 6284 yasası ve İstanbul Sözleşmesi’ne. Nedir İstanbul Sözleşmesi? Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair Avrupa Konseyi Sözleşmesidir. Psikolojik, fiziksel şiddet, zorla evlendirme, kürtaja zorlama, taciz, tecavüz, cinsel şiddet gibi kadına yönelik her türlü saldırıyı kapsıyor sözleşme. Sözleşmede şiddete maruz kalan kadınlar için 7 /24 hizmet veren ücretsiz telefon hatlarının kurulması var. Kadınların destek alabilecekleri sığınacakları yerlerin olması var. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler bunlar ve yükümlülükler devlet görevlilerine yönelik. Yani devlet İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmek zorunda. Evet, İstanbul sözleşmesi uygulansa kadına yönelik şiddet azalır, fakat bu devlet tarafından yapılır mı ve kadın sorununa köklü bir çözüm olur mu? Özellikle böyle bir süreçte 6284 sayılı kanunın HSYK tarafından askıya alındığı bir süreç. 6284 ile birlikte şiddet uygulayan kişi evden uzaklaştırılıyor. Fakat şiddet uygulayan kişinin sağlığının riske atılamaması için Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu bu yasayı askıya alyor. Yani şiddete uğrayan kadınla şiddet uygulayan kişi aynı evde kalmaya mahkum ediliyor. Binlerce kadın tecavüze uğruyor, katlediliyor. Hiçbir şey yapılmıyor. “Kadınla erkek eşit değildir, kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek, evdeki işler yetmiyor mu, kadın çalışarak fuhuşa hazırlık yapar, kahkaha atan kadın iffetsizdir, hamile kadın sokakta dolaşamaz, şort giyerse tabii ki tecavüze uğrar, Türk kadını evinin süsüdür” diyen bir zihniyetten İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 kanunlarını uygulamalarını beklemek hayal olur. Bunlar sadece kağıt üzerinde yasa olarak kalıyor ve pratiğe uygulanmıyor.

Kadın sorunu sınıfsal ve köklü bir sorun olmakla birlikte çözümü birkaç yasayla, sığınma evleri açmakla, şiddetin oranını azaltmakla çözülmeyecektir. Bunlar küçük iyileştirmeler olacaktır ve bizler küçük iyileştirmeler istemiyoruz. Bu toplumsal sorunu ve sorunu yaratan sistemi ortadan kaldırmayı istiyoruz. Biz kadınları her gün daha çok köleleştiren bu çürümüş sistemi istemiyoruz. Çocukların tıpkı Ensar Vakfı’nda olduğu gibi tecavüze uğramasını istemiyoruz. Harekete geçmek eski olanı yıkmak ve yeni olan sosyalizmi kurmak istiyoruz.

Bunun içinde kadınları kadın mücadelesiyle tanıştırmak ve güçlüörgütlenmeler oluşturmak gerekir. Fakat kadın mücadelesi dendiği zaman akla sadece feminizm gelmemelidir. Devrimci komünist kadınlar, sosyalist kadınlar da gelmelidir. Aslolan komünist kadınların öncülüğünde yürütülen işçi kadınların mücadelesidir. Çünkü biz kadın sorununu sınıfsal bir sorun olarak görüyoruz. Erkeklerin kadınlara olan yaklaşımları da, saldırıları da sistemin yarattığı ataerkil anlayıştan gelmektedir. Kadın da erkek de yaşadığı toplumsal sistemden bağımsız cinsler değildir ve saflar hiçbir zaman bir tarafta kadınlar bir tarafta erkekler şeklinde olmayacaktır. Kadın örgütleri olaylara sınıfsal bakmadığı için ve salt kimlikmücadelesi üzerinden değerlendirdiği için yaşanan diğer toplumsal olaylara ve sorunlara çözüm üretemiyor. Örneğin Kürt halkının yaşadığı saldırılar ya da işçilerin açlığa ve yoksulluğa sürüklenmesi... Bu nokta oldukça önemli. İşçi ve emekçi kadınlar salt kadın olduğu için değil proleter olduğu için de eziliyor. Kadınlar kapitalizmin sömürüsünden kaynaklı ciddi sorunlar yaşıyor.

Kadınları örgütlü bir mücadele zeminine çekmek, en küçük sorunda bir arada olmak gerekiyor. Bir kadın şiddete mi uğramış, taciz mi edilmiş? Onunla dayanışma içinde olmak, onu yalnız bırakmamak, yalnız olmadığını hissetirmek gerekir. Bir taciz durumunda ya da şiddet durumunda saldırganı teşhir etmeli, bu durumu protesto etmeli, eyleme dökmeliyiz. Kadınların bulunduğu yerlerde liseler, üniversiteler, fabrikalar, mahalleler... Neresi olursa olsun her alanda komite ve konseyler oluşturmek gerekir. Örneğin kadın isyan komiteleri ya da işçilerin oluşturmaya çalıştığı yaşamı savunma komiteleri.. Grev komiteleri, işçi temsilcileri konseyi vs.

Bir de şunu eklemek gerekli diye düşünüyorum. İnsanlar bu süreçte sürekli sosyal medyayada olduğu için interneti, sosyal medya hesaplarını etkin bir şekilde kullanmalıyız. Kadın sorunu ve mücadelesiyle ilgili sunumlar, whatsapp grupları kurulabilir, canlı yayınlar yapılabilir . Kadınları devrimci bir kadın mücadelesine çekmek her zaman ana hedeflerimizden biri olmalıdır!


Sarya



Comments


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page