top of page

NESNEL KOŞULLAR KARŞISINDA DEVRİMCİ VE OPORTÜNİST TUTUM

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 27 Kas 2024
  • 8 dakikada okunur

B



ugün dünyada ve yaşadığımız topraklarda devrim olgusu hala güncelliğini korumaya devam etmektedir. Olası bir devrim için devrime önderlik edecek olan proletarya ve nesnel koşullar bulunmaktadır. Emperyalizmin sebep olduğu savaşlar, sömürü, soykırımlar, ekolojik tahribat, artan ekonomik eşitsizlik, toplumsal ve ahlaki yozlaşma gibi faktörler dünyada devrim olgusunu canlı tutmaktadır.  Mao Zedung’un dediği gibi “Cennetin altında büyük bir düzensizlik var, durum mükemmel.”.  Bu düzensizlik devrimciler için harekete geçilmesinin bir alarmıdır, ancak dar görüşlü bazı sözde devrimci çevreler “Nerede devrime sebep olacak koşullar? Biz hazır değiliz, proletarya hazır değil!” gibi teslimiyetçi ve pasifist çığlıklar atmaktadırlar. Kendi öznel durumlarını ve bakış açılarını nesnel somut durumlara bulaştırmak isteyen bu çevreleri dikkate alacak değiliz. Dante’nin dediği gibi “Sen kendi yolunda yürü ve bırak ne derlerse desinler.” Bu yüzden biz onların teslimiyet kervanına katılmak yerine mücadele etmeye devam edeceğimizi duyuruyoruz.

        Belirttiğimiz gibi devrim için gerekli nesnel koşullar bir çelişkiyi gözlerimiz önüne seriyor: Devrimci tutum ve oportünist tutum. Devrimciler, Marksizm-Leninizm'in ilkelerini kılavuz alarak devrim yolunda kararlı bir şekilde yürümektedir. Tarih onlarca deneyimle doludur ve Marksist-Leninist devrimciler bu deneyimlerden dersler çıkartarak pratiklerinde ulaştıkları bu sonuçları kullanırlar. Marksist-Leninist devrimciler aynı zamanda üreticidirler, çünkü durağan bir dünyada yaşamıyoruz, somut koşullar bize sürekli yeni şeyler dayatıyor, çözülmesi gereken sorunlar veya konum alınması gereken anlar getiriyor. Bu koşulların diyalektiğini kavrayıp taktik, propaganda ve ajitasyonu o koşullara uygun bir şekilde faaliyete geçirmek gerekir. Büyük Ekim Devrimi bizim için iyi bir örnektir, çünkü Bolşeviklerin mevcut durumlarda değiştirdikleri taktikler, doğru anda doğru ajitasyon ve propagandanın kitlelerin devrimci eylemlerine yön vermesi büyük bir coğrafyada devrimin gerçekleşmesini sağlamıştır. Oportünistler ise ya bilinçli şekilde ya da eksik kavrayışlarından dolayı bu deneyimlerden pek de ders çıkarmıyorlar gibi görünmektedir. Bunun Türkiye’deki örneklerini incelemeye başlayalım.


-I-

        Devrim olgusunun güncel bir olgu olduğunu dünyada ve Türkiye’de devrim için gerekli koşulların olgunlaştığını görmüştük. Dünyada ve Türkiye’de halk mevcut siyasi ve ekonomik düzenden memnun olmadıklarını, değişmesi gerektiğini ifade eden sayısız devrimci ayaklanma gösterdi. Wall Street’in işgali, Hollanda çiftçi ayaklanması, sarı yelekliler ve Gezi Ayaklanması örnek olarak verilebilir. Yeni Evre olarak tanımladığımız bu ayaklanmalar ve devrimler yüzyılında, ayaklanmaların genel içeriği emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığıdır. 

           Emperyalizmi ve kapitalizmi yıkacak olan tek cephe proletaryanın önderliğinde; öğrenciler, köylüler, entelektüeller ve küçük burjuvazinin bir kısmı gibi kesimlerdir. Peki proletaryanın önderliğinde kurulan cephe bu asalak ve gerici sistemi nasıl alaşağı edebilir? Tarihte kanıtlanmış şekilde olduğu gibi zor yoluyla mı? Yoksa oportünistlerimizin iddia ettiği veya yapmaya çalıştıkları gibi burjuvazi ile anlaşarak veya seçim gibi düzen içi yollarla mı?


        Proletarya bugün ve geçmişte olduğu gibi ilerici ve devrimci zoru kullanarak bu sistemi alaşağı etmek zorundadır. Lenin’in dediği gibi: “Burjuva devlet yerini proletarya diktatörlüğüne sönme yoluyla değil ancak ve ancak zora dayanan bir devrimle bırakabilir.” Tarihin ve Marksizm-Leninizmin göstermiş olduğu gibi bundan başka bir yol yoktur. Proletarya zor yolu ile iktidarı ele geçirir ve burjuvazi diktatörlüğünün yerine proletarya diktatörlüğünü kurar. Engels’in de dediği gibi “Devrim en otoriter şeydir.” Proletarya devrimden sonra bir devlete ihtiyaç duyar ve bu devlet halk için gerçekten bir özgürlük ve demokrasi sağlarken amansız düşman olan burjuvazi için bir baskı kurar. Marx, Engels ve Lenin eserlerinde devrimin zor yoluyla olacağını ve proletarya diktatörlüğünün sınıfsız topluma geçişe kadar burjuvaziyi ezeceğini eserlerinde gösterdi. Tarih ile kanıtlanmış tek doğru yol da budur. Ama yine de oportünistlerin tezlerini bir inceleyelim.

         1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) parlamentarist bir çizgi izledi.1962’de yayınlanan “Türkiye İşçi Partisi Kimlerin Partisidir?” adlı broşürde şunlar yazıyordu: “Halkın oyu ile kanun yolundan iktidara gelen TİP, halkın oyunu kaybedince yine kanun yolundan iktidardan çekilir.” TİP’ten, TKP’ye, tüm yasal partiler ve sol otoritelere kadar hepsinin birleştiği şey devrimci zora karşılık düzen içi yöntemlerin kullanılmasıydı. Mehmet Ali Aybar’ın ortaya attığı “Güler Yüzlü Sosyalizm” düşüncesi bunun örneğidir. Bu reformist bakış açılarına karşı 1970 yılının sonuna doğru bir kopuş yaşanır. Sinan Cemgil, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın öncülüğünde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO), Mahir Çayan, Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli öncülüğünde ise Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (THKP-C) kurulur. Bu isimler ve örgütler zora dayalı devrim yöntemini benimserler ve bunun propagandasını yaparlar.  Örneğin Hüseyin İnan şöyle bir çağrıda bulunur: “Barışçıl şartlar içinde mücadele metotlarını bırakınız. Halk kitlelerini kurtuluşa götürecek olan şiddet politikasını temel alan silahlı mücadeleye THKO’nun saflarında katılınız.” Bu isimlerin ve örgütlerin çağrılarını TİP, TKP, Kıvılcımlı gibi parti ve isimler provokasyon olarak görür ve karşı çıkar. THKO ve THKP-C’nin kurucularını maceracı olarak görürler. Biricik yöntem olarak düzen içi mücadeleyi ve legalizmi görürler.

     Günümüzde Türkiye’de hala azımsanmayacak bir sayıda seçim veya farklı düzen içi yöntemlerle iktidara gelinebileceğini savunan bir kesim var. TİP, TKP, EMEP gibi düzen içi siyasi partiler bunun örnekleridir. Bu partiler proletaryanın devrimci zorunu yadsımaktadır, onun yerine uzlaşmacı bir siyaset ve pratik ortaya koymaktadırlar. 2023 seçim döneminde bu partilerin bir araya gelerek kurdukları ittifakların acil görevleri olarak şunları benimsediler: “Tek adam yönetimini sonlandırma”, “Tek adam sistemini ayakta tutan, besleyen tüm kurum, mekanizma ve bağımlılık ilişkilerini değiştirmek” ve “tek adam sistemine karşılık güçlendirilmiş parlamenter sistem”. Emek ve Özgürlük İttifakı’nda, DEM Parti dışındaki tüm partiler kendilerini sosyalist, devrimci olarak tanımlıyorlar. Hatta içlerinde kendilerini öncü parti iddia edenler bile var. Öncü partilerimiz kendilerine ilk amaç olarak seçim ile “Tek adam rejimini” devirmeyi hedef koymuşlar ise vay halimize (!). Görüldüğü üzere bu oportünistlerimiz kendilerine ilk amaç olarak güncel devrim koşullarını fırsata çevirmeyi değil de demokratik istekleri seçmişler. Peki bu mümkün mü? İşçi sınıfının, ezilen ulusların, öğrencilerin veya kadınların kurtuluşu tek adam rejiminin sona ermesi ile mi gerçekleşecek yoksa bir devrim ile mi? Lenin politik özgürlüğün sadece devrim ile elde edilebileceği konusunda sayısız makale ve yazı kaleme almıştır. Şöyle diyor önder Lenin: “Tüm Rusya sosyalizminin tarihi, otokratik hükümete karşı mücadelenin, politik özgürlüğün ele geçirilmesinin en acil görev haline gelmesine yol açmıştır; sosyalist hareketimiz, deyim yerindeyse, otokrasiye karşı mücadele üzerine yoğunlaştırılmıştır.” Lenin aynı yazısında şunları da demektedir: “Bu görevi geri plana iten, bütün kısmi görevleri ve tek tek mücadele yöntemlerini buna tabi kılmayan herkes, yanlış yoldadır ve harekete ciddi zarar vermektedir...”

      Seçim ise halkı yanıltmacadan başka bir şey değildir. Engels seçimler için şunları söylüyor: “Genel oy hakkı işçi sınıfının olgunluğunun ölçülmesidir. Günümüz devletinde bundan fazlası olamaz.” Hiçbir devrim seçim veya burjuvazi ile anlaşmalar üzerinden gerçekleşmemiştir. Halk, iktidarı burjuvaziden veya feodallerden zor yolu ile almıştır. Bunu yadsıyanlar, Marksizm-Leninizme ve devrim mücadelesine ihanet etmektedirler, karşı devrimden yana taraf almaktadırlar.


-II-

Yazımızın başında dünyada nesnel koşullar devrim için gerekli atmosferi yaratmıştır diye bir görüş ileri sürmüştük. Türkiye’de, dünyadan farklı olarak bir başka nesnel koşul daha vardır, ki bu koşul Türkiye’ye özgü koşullardan birisidir. Bu sorun da Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkının sağlanmamasıdır. Tarihsel olarak Kürdistan diye anılan topraklar bugün dört ülke tarafından ilhak edilmiştir. Bu ülkeler: Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tır. Bu dört ülkenin içinde Kürt ulusal özgürlük hareketi farklı farklı dinamikler kazanmıştır. Biz kendi yazımızda Türkiye'deki Kürt ulusal hareketine yoğunlaşacağız ve oportünistlerin durdukları konuma değineceğiz.

Tarihsel olarak Kürdistan dörde bölünmüş, bir bölümü Türkiye tarafından ilhak edilmiştir dedik. Bu durum, Kürtlere baskıyı ve işkenceyi getirmiş, cumhuriyetin ilk yıllarından beri devlet katliamcı politika ve eylemlere girişmiştir. Siyasi ilhakını bu baskı ve işkencelerle sağlamış, siyasi ilhaktan sonra Kürdistan coğrafyasının Kürt burjuvazisi ile Türk burjuvazisinin birleşmesi ile ekonomik ilhakı gerçekleşmiştir, Kürdistan pazarı Türkiye pazarına dahil edilmiştir. Bu ortak pazar ise emperyalizmin pazarına girmiş, emperyalistler Türkiye aracılığıyla ilhak ettiği Kürdistan pazarında da söz sahibi olmuştur. 

Kürt halkının isteği dışında gerçekleşen zora dayalı bu ilhak Kürt halkının ayaklanmasını ve özgürlük mücadelesi vermesini sağlamıştır. Kürt halkı cumhuriyetin ilk yıllarından beri ayaklanmış, özgürlüğünü talep etmiş; ancak burjuva devlet tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve özgürlük talepleri reddedilmiştir. Bunun üzerine Kürt halkı bu haklı ve ilerici taleplerini elde etmek için zor yoluyla mücadeleye başlamıştır. 

Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talepleri meşrudur. Zora dayalı eylemleri de meşrudur, çünkü faşist devlet her fırsatta Kürt ulusunu ezmiş, katliamlar uygulamış, asimile etmeye çalışmış hatta varlığını reddetmiştir. Kürt halkının kapitalist ve faşist devlete karşı özgürlük taleplerini savunmak her enternasyonalist devrimcinin görevidir. Gassan Kanafani’nin de dediği gibi: “Dünya tarihi her zaman zayıf halkların, güçlü halklara karşı savaşının tarihidir. Gücünü zayıf olanı sömürmek için kullanan güçlü halklara karşı doğru davası olan zayıf halkların tarihidir.”

Kürt halkının özgürlük talepleri için mücadele eden kurumların politik çizgisi ve zaman içinde tam özgürlük hakkından vazgeçmeleri eleştirilebilir şeylerdir ve bu eleştirilerin doğruluk payı vardır, ancak yazımızın kapsamı bu değildir. Kürt halkının tam özgürlüğü ancak devrim ile gerçekleşebilir. Federasyon, özerklik gibi istekler Kürt halkının da mücadele tarihi içerisinde görüldüğü gibi hiçbir özgürlük vermeyen ve baskının meşru aracına dönüşebilen çözüm önerileridir. 

Saddam’ın yaptıklarının üzerinden daha çok vakit geçmedi, Halepçe katliamının acısı hala hissediliyor. Bunun için Kürt özgürlük hareketi ancak enternasyonalist dayanışma ilkesine ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı ilkesini koşulsuz şartsız kabul eden bir devrimci hükümet ile çözülebilir. Kürtler, Türkler ile gönüllü bir şekilde birlikte yaşayıp yaşamayacağına, bir birlik kurup kurmayacaklarına ancak dilediğince karar verebilir bir pozisyonda olduklarında özgür olabilirler ve iki ulusun tam hak eşitliğine dayalı bir birlik kurabilirler. Lenin bu konuda şöyle demektedir: “Proletarya, milliyetçiliğin gelişmesine destek olmaz; tersine, o ulusal farkların silinmesine ve uluslararası engellerin yıkılmasına, milliyetler arasındaki bağları sağlamlaştıran her şeye destek olur.” Kürt ulusunun ayrılma hakkını tanımak, Kürt ve Türk ulusları arasındaki bağı sağlamlaştıracak, karşılıklı güven ilişkisini geliştirecek ve dayanışmayı arttıracaktır.Burjuvazinin bu hakkı karşılamayacağı hem bölge devletlerinin şimdiki politikalarında kendisini göstermektedir hem de tarihsel açıdan da durum böyledir. Şubat Devrimi sonrasında Rusya’dan ayrılmak isteyen Polonya ve Finlandiya’ya bağımsızlık sözü veren hükümet sözünü tutmamış, bu devletler ancak Ekim Devrimi ile bağımsız olabilmişlerdir.

Kürt ulusal kurtuluş hareketini çeşitli çevreler kendi perspektifleriyle inceledi. Bunun içinden oportünist ve şoven düşünceler de çıktı. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını yok sayan, erteleyen veya savunmayan her hareket şovendir. Türkiye’de bu tür kurumlar vardır ve bu kurumlar devrimci Kürt hareketinin karşısında yer almaktadırlar. Örneğin TKP, cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan Kürt isyanlarını gerici olarak görüyor, isyanı kanlı bir şekilde bastıran hükümete ise ilerici olduğunu belirtip övgüler diziyordu. TKP 2017 tezlerinde ise “Kürt siyaseti yalnızca terör eylemlerinin arkasında durduğu için değil, kendi yoksul tabanının çıkarlarına zıt piyasacı, gerici ve Amerikancı bir çizgiye yerleştiği için Türkiye devriminin bileşeni değildir.” demekte ve Kürt hareketini terör olarak nitelendirmektedir, kendi pratik pasifliğini ise mesnetsiz tezler ile meşru hale getirmeye çalışmaktadır. Kürt hareketi bir terör hareketidir diyerek burjuva siyasetçilerin ve medyasının amaçlarına hizmet etmekte, faşist politikalara ve tutumlara karşı Kürt halkını yalnız bırakmakta ve şoven bir tutum almaktadır. “Kendi yoksul tabanının çıkarlarına zıt bir konum alıyor” diyerek neyi kast ettiklerini belirtmemektedirler ancak Kürt özgürlük hareketi özellikle zor yoluyla mücadeleye başladığı sırada halk nezdinde ulusal kurtuluş mücadelesine katılım artmıştır. Ayrıca Rojava devrimi de Kürt halkının çıkarlarının karşısında mıdır TKP’ye göre? Rojava devrimi bölge halkını dinci çetelerden kurtarmış, birçok bölgede istikrar sağlamış, demokratik kurumlar kurmuş ve bölge halklarının desteğini kazanmıştır. Sosyal şoven kurumlar bunları yok sayıyor ve pratikte karşılığı olmayan sözler söylüyorlar. Kürt halkının güvencesi güvenliğini bir başkasına bırakmadan kendisinden alması, zor yoluyla mücadeledir, halkın çıkarlarına ters diyerek Kürt halkını pasif hale getirmek oportünizmdir.

Bir başka oportünist bakış açısı ise Kürt ulusal kurtuluş hareketi ile Türkiye arasında olabilecek ateşkes kararı ile meydana çıkmıştı. 1998 yılında Kürt ulusal hareketinin ateşkes kararı ile EMEP gibi kurumlar bunu olumlu karşılayıp Kürt ulusal kurtuluş hareketini düzen içine çekmeye çalıştılar. “Barış Şimdi Değilse Ne Zaman?” kampanyasını başlattılar ve devlet ile müzakereleri desteklediler. Bu anlayışı TKP 1970’li yıllarda “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” anlayışına kadar çekmişti, burjuvazinin ekmeğine bal sürmüştü. TKP’nin amacıyla aynı amacı taşıyan EMEP bu kampanya ile Kürt ulusal hareketinin ve zora dayalı devrim düşüncesinin karşısında olduğunu göstermişti. Bu kurumlar bugün hala bu bakış açılarını korumaktadırlar. Faşist burjuva devletten barış beklemek dar görüşlülüğün ve tarihsel materyalist bakış açısının yoksunluğunun bir ifadesidir. Faşist temeller üzerinden yükselmiş bir devletten barış değil baskı, katliam ve talan beklenir ve devrimci çevreler ile Kürt ulusal özgürlük hareketi konuya bu şekilde yaklaşmalıdır. Zora dayalı devrimden ve yöntemlerden vazgeçenler devrime hainlik yapmakta, düzenin içine hapsolmaktadırlar. 

-III-

Sol içerisinde çok büyük bir kesim devrim hedefinden uzaklaşmıştır. Sosyalizme büyük bir günahmış gibi yaklaşan ve halkı burjuvazinin veya burjuva bakış açısına sahip grupların peşine takan sözde devrimci parti ve gruplar türemiştir. Bunu üst bölümlerde yeterince gördük ve hala görmekteyiz. Devrimci bir politika izlemek yerine burjuva muhalefete eklemlenmeye çalışıyorlar. Bunu pratikte büyük ayaklanmalarda da gördük. Gezi ayaklanmasında reformist/geri uzlaşmacı parti ve örgütlerin tavırları hala devrimci örgütlerin ve toplumun hafızasında durmaktadır.

İçinde bulunduğumuz süreç ayaklanmalara ve devrimlere gebedir. Bu ayaklanmalara ve devrimlere yön verecek, devrimci ve uzlaşmaz bir politika ve pratik izleyecek öncüye ihtiyaç vardır. Halk, kızıl bayrağı ellerinde taşıyan bu öncü ile mücadeleye katılmalı ve demokratik halk iktidarını kurmalıdır.

Yazımızda güncel durumlar içerisinde yer alan iki karşıt kutuptan bahsettik (Devrimci ve oportünist tutumlar) bazı konular hakkında bizim ve oportünistlerin savunduğu tezleri ileri sürdük ve oportünist tezlerin Marksizm-Leninizm'in bilimsel tezlerine ve pratiğine zıt olduklarını gösterdik. Devrim karşıtı burjuva uşaklarını teşhir etmek ve doğru tezleri halka ulaştırmak devrimcilerin üstlenmesi gereken bir sorumluluktur. Biz de bu şiarı sahiplenmekteyiz ve oportünizme karşı mücadele ediyoruz.

Arden Hevi


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
MARKSİZM 101: TARİHSEL MATERYALİZM

Tek cümleyle özetlemeye çalışırsak tarihsel materyalizm, Marksizm biliminin tarihsel gelişmeye uygulanmasıdır. Ancak bu yazıda tek bir...

 
 
 

Comments


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page