MARKSİZM 101: TARİHSEL MATERYALİZM
- Sabırsızlık Zamanı
- 10 Şub
- 4 dakikada okunur
Tek cümleyle özetlemeye çalışırsak tarihsel materyalizm, Marksizm biliminin tarihsel gelişmeye uygulanmasıdır. Ancak bu yazıda tek bir cümleyle tarihsel materyalizmi anlatmaya çalışmayacağız. Tarihsel materyalist bakış açısının anlaşılması, insanlığın geçmişinin ve günümüzün nasıl geliştiğini aydınlattığı gibi insanlığın geleceğinin nasıl olabileceği hakkında da bize fikir sunacaktır.
Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Önsöz’de şöyle diyordu: “İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Yani bilincimiz, varlığımız tarafından belirlenir ve deneyimlerimizle sınırlıdır.
Örnek vermek gerekirse, ilkel insanların hangi basketbol takımının daha iyi olduğu üzerine tartışmadıklarını biliyoruz. Çünkü basketbol takımlarının ortaya çıkması için büyük kentlerin kurulması, kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaşması gerekiyordu. Ayrıca Engels’in dediği gibi “İnsanoğlu ilkin yemeli, içmeli, barınağa ve giyeceğe sahip olmalı ve bu nedenle politika, bilim, sanat, din vb. ile meşgul olmadan önce çalışmalıdır.” Yani toplumsal iş bölümü gelişmiş olmalı, insanların yiyecek ve barınmak dışında harcayacakları paralarının olması gerekmektedir.
İdealist filozof Hegel, “İnsan düşünen bir varlıktır.” der. Hegel, bunu Tanrının insanı bir beyinle yarattığını, bu beynin insanlığa verilmiş olan büyük bir hediye olduğunu ifade etmek için kullanmıştı. Onun bu sözü aslında dini düşüncenin sulandırılmış bir biçimiydi. Oysa insanın beyni veya farklı bir organı, uzvu çok uzun bir tarihsel süreçte gelişmişti, Engels, Darwin ve daha pek çok materyalist bilim insanı bu süreci detaylı bir şekilde gösterdiler. İdealistlerin aksine Materyalistler daha tutarlı ve bilimsel bir açıklamaya sahiplerdir.
Ormanlardan savanaya göç, insanın beyninin evrimini muazzam bir şekilde hızlandırmıştır. Stephen Jay Gould’un “Sıçramalı Evrim Kuramı”, açısından yaklaşırsak insanların savanaya gelişi o zamana kadar süren dengeyi bozmuş ve insanlığın yeni tanıştığı deneyimler onun beyninin ve yetilerinin gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca Engels’in de ifade ettiği ve antropologlar ve biyologlar tarafından da kanıtlandığı gibi insanın dik durmaya başlaması ve ellerini daha yararlı ve beyni geliştirecek amaçlar için kullanması da insanın beynini geliştirmiş faktörlerdendir.
Darwin bize canlıların doğal seçilim yoluyla evrimleştiğini gösterdi. İnsanların, doğada çitalar, aslanlar veya filler karşısında çok bir şansı yoktu. Bundan dolayı insanlar, toplumlar ve kabileler şeklinde yaşayacak biçimde evrimleştiler. Bugün ise insanlık şimdi dünyaya egemen oldu ve bu canlıları kendi amaçları için kullanmaya başladı ve hatta çoğunun sonunu getirdi.
İnsanlık, doğayı emeği sayesinde tahakküm altına aldı. Düşüncenin ürünü olan dil, emeğin yarattığı birşeydir. Dil, sadece insanlarda yoktur, dil işlevi gören ancak insanlığın geliştirmiş olduğu beceriden daha kaba olan pek çok dil benzeri araçlar vardır. Örneğin, avlarına toplu şekilde saldıran kurtlarda ve çakallarda, düşman gördüğünde uyarıcı sesler çıkartan bazı maymun türlerinde bu yetenek vardır.
Daha yüksek insansı maymunlar arasında, rasyonel düşünceyi ifade etmeye yarayan dil ve gelişkin alet kullanımı sadece insanlarda var olmuştur. Bu iki faktör sayesinde, insanlık doğayı tahakküm altına almaya başlamış ve onu değiştirip kendi amaçlarına uygun hale getirmiştir. İnsanların doğaya hükmetme ve doğayı kendi ihtiyaçlarına boyun eğdirme kabiliyetindeki artış; emek verimliliğini arttırmıştır. Çünkü insan, kendi tarihsel gelişiminde bu üretim araçlarını sürekli geliştirmiş bunun yanında insanın kendisi de bilgisel ve deneyimsel anlamda gelişmiştir.
Üretici güçlerin gelişimindeki aşamalar, yeni üretim ilişkileri doğurur. Üretim ilişkisi ise üretim sürecinde toplumun kendisini örgütleme tarzıdır. Marx şöyle der “Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için, insanlar, kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de, bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yel değirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu.” Üretim ilişkileri bundan dolayı her toplumun iskeletini oluşturur ve bilincin maddi koşullarını yaratır.
Görüldüğü üzere Marx, pek çok burjuva materyalistinin aksine materyalizmi sadece ontolojik anlamda kullanmamış, insanın gelişimine ve tarihine materyalizm açısından bakmıştır. Marx kendi tarihsel yöntemini çok özlü bir şekilde tanımlamıştır: "İnsanların geçim araçlarını üretme biçimleri her şeyden önce var olan ve yeniden üretmek zorunda oldukları gerçek araçların doğasına bağlıdır. Bu üretim biçimi yalnızca bireylerin fiziksel varoluşlarının yeniden üretimi olarak düşünülmemelidir. Aksine, bu bireylerin belirli bir faaliyet biçimi, yaşamlarını ifade etmelerinin belirli bir biçimi, kendi taraflarında belirli bir yaşam biçimidir. Bireyler yaşamlarını ifade ettikleri gibi, öyledirler. Dolayısıyla, oldukları şey, hem ürettikleri hem de nasıl ürettikleri ile üretimleriyle örtüşür. Dolayısıyla bireylerin doğası, üretimlerini belirleyen maddi koşullara bağlıdır." Marx, Feuerbach üzerine tezinde tarihsel materyalizm ile çağdaş materyalizm arasındaki farkı çok açık bir şekilde ortaya koymuştur: “Feuerbach'inki de dahil olmak üzere şimdiye kadar var olan tüm materyalizmin başlıca eksiği, şeyin , gerçekliğin, duyusallığın duyusal insan faaliyeti, pratiği olarak değil, öznel olarak değil, yalnızca nesne ya da sezgi olarak kavranmasıdır. Böylece etkin yön, materyalizme karşıt bir biçimde, idealizm tarafından geliştirilmiş oldu - ama yalnızca soyut olarak, çünkü idealizm, bu biçimdeki gerçek, duyusal eylemi elbette bilmez. Feuerbach, düşünce nesnelerinden gerçekten farklı duyusal nesneler istiyor, ama insan faaliyetinin kendisini nesnel faaliyet olarak kavramıyor... Böylece "devrimci" faaliyetin, "pratik-eleştirel" faaliyetin önemini anlamıyor.” Görüldüğü üzere Marx, insanlığı ve tarihi öncelikle fikirleriyle değil, gerçek insanla ve yaşadığı maddi çevreyle beraber inceler.
Şunu da belirtmekte fayda var, Marksistler, tarihte insanların ve fikirlerin bireysel etkilerini yadsımazlar. Ancak bunların etkide bulunabilmeleri için uygun toplumsal şartların olması gerektiğini savunurlar. Engels’in belirttiği gibi “Politik, hukuksal, felsefi, dinsel, yazınsal, sanatsal gelişme ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bütün bunlar birbirleri üzerinde olduğu gibi ekonomik temel üzerinde de etkide bulunurlar. Bundan, ekonomik durum nedendir ve yalnızca o etkendir, oysa başka her şey ancak edilgin sonuçtur, sonucu çıkarılmamalıdır. Tersine, her zaman, en sonunda kendi ağırlığını koyan ekonomik zorunluluk temeli üzerinde bir etkileşim vardır. Örneğin devlet, koruyucu gümrükler, özgür ticaret, iyi veya kötü mali sistem ile bir etki yapar; Almanya’nın 1648’den 1830’a kadarki sefil ekonomik durumundan kaynaklanan, kendisini ilkin pietism ile, sonra duygusallık, prenslere ve soylulara yaltaklanarak kulluk etme ile dışavuran Alman darkafalının aşırı beceriksizliği ve güçsüzlüğü bile ekonomik etki yapmaktan yoksun değildi. Bu, kalkınmaya en büyük engellerden biriydi ve süreğen sefilliği dayanılmaz bir duruma getiren devrim ve Napolyon savaşlarına kadar sarsılmadı. Onun için, şurada burada rahatça düşünülmeye kalkışıldığı gibi, ekonomik durum otomatik bir etki yaratmaz; tersine, insanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ne var ki kendilerini koşullandıran belirli bir çevrede ve önceden var olan gerçek ilişkiler temeline dayanarak yaparlar. Bunlar arasında anlamayı (understanding) tek başına başlatan ana düşünceyi biçimlendiren ekonomik ilişkiler -politik ve ideolojik öbür ilişkilerden ne kadar çok etkilenebilir olurlarsa olsunlar- gene de eninde sonunda belirleyici olanlardır.” Ve tekrar Engels “Materyalist tarih kavramını Marx keşfetmişse de, Thierry, Mignet, Guizot ve 1850’ye kadarki bütün İngiliz tarihçiler, o kavrama ulaşılmak için çalışıldığını apaçık gösteren kanıtlardır... bunun zamanı gelmişti ve o kavram yalnızca keşfedilmek gerekiyordu.”
Comments