MARKSİZM 101: MARX NEDEN ÖNEMLİDİR?
- Sabırsızlık Zamanı
- 17 Ara 2024
- 4 dakikada okunur
Neoliberalizm ile farklı bir evreye giren kapitalizm ve dünyamız derin bir sancının ve çöküşün içindedir. Kapitalizmin doğasında yer alan yoğun kar, sömürü ve köleleştirme hırsı; felaket niteliğinde ekolojik krizleri, savaşları ve sosyal eşitsizlikleri yanında getirmiştir.
Bugün milyonlarca insan açlıktan etkilenirken ve fakirlik içinde yaşarken bunun yanında burjuvazi ve onların devletleri milyonlarca dolar karlar açıklarken Marx, kapitalizmin işleyişine ve doğasına dair isabetli düşünceler sunar.
Marx, kapitalizmi bir sistem olarak analiz etmek ve anlamak istiyordu çünkü ondan kurtulmak istiyordu. Dediği gibi, "Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli şekillerde yorumladılar. Ancak asıl mesele onu değiştirmektir." Bu yüzden kapitalizm ile ilgili birçok kitap ve makale yazdı.
Onun düşünceleri bir anda ortaya çıkmadı. O aktif bir devrimciydi, düşüncelerini dünyada yaşanan olaylarla sınadı ve geliştirdi.
Marx’ın fikirlerini incelerken onlara birer dogma gibi yaklaşmamamız gerektiğini söylemekte fayda var. Marx ve onun çalışma arkadaşı Engels’ten sonra gelen Marksist devrimciler, onların fikirlerini geliştirdiler. Yazının başında belirttiğimiz gibi kapitalizm ve emperyalizm süreç içerisinde yeni aşamalara girmektedir. Dolayısıyla bizim teorimiz de yeni aşamalara girmektedir. Lenin’in bu konu hakkında güzel ve yerinde bir sözü var: “Biz Marks’ın teorisini asla tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tam tersine biz bu teorinin, hayatın gerisinde kalmak istemeyen sosyalistlerin her alanda geliştirmek zorunda oldukları bir bilimin yalnızca temellerini attığı inancındayız.”
Çok önemli bir şekilde Marx bir materyalistti. Tarihin fikirler(idealar) tarafından yönlendirildiğini düşünen bazı filozofların aksine Marx, maddi gerçeklikle başlamanız gerektiği konusunda netti. İnsanlar ve fikirleri, gerçek yaşam koşulları tarafından şekillendirilir. Bundan dolayı herhangi bir toplumu anlamak için o toplumun işleyişine bakmamız gerekir. Bunun da yöntemi o toplumda şeylerin nasıl üretildiğini incelemektir.
En temelde, insanların; sanat, felsefe, bilim veya farklı bir entelektüel alanda uğraşmadan önce yemek, giysi ve barınak gibi ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Bu ihtiyaçların karşılanması için insanların bir araya gelmeleri ve bir organizasyon yaratmaları gerekir. Bu süreç aynı zamanda insan topluluklarını doğa ile etkileşime sokmuştur. İnsanlar, ihtiyaç duydukları şeyleri üretmek için doğal dünya üzerinde hareket ederler ve bu hareket doğaya da yansır. Bazı burjuva aydınların savunduğunun aksine, insanlar doğa üzerinde egemen değildirler. İnsanlık ve doğa karşılıklı etkileşim içerisindedirler. İnsanlar doğadan bir şey aldıkları gibi doğaya da bir şey verirler. Bugün küresel ısınma olgusunda gördüğümüz gibi, insanlar doğadan aldıkları ürünleri fabrikada işlerler ancak bunun karşılığında doğaya yoğun miktarda zararlı gaz salarlar. Bu da ekolojik tahribatı yanında getirir. Marx ve Engels, ekoloji karşıtı bu tür uygulamalardan dolayı kapitalizmin “ekoloji karşıtı” bir sistem olduğunu daha o tarihlerde belirtmişlerdi.
Tarihsel değişimi anlamak Marx için çok önemliydi. Geçmiş sadece bugünü değil aynı zamanda değişimin nasıl ve neden gerçekleştiğini anlamamıza da yardımcı olur. Tarihsel materyalizm olarak bilinen bir yaklaşım geliştirdi. Marx fikirlerin tarihsel değişimi yönlendirdiğini düşünmediği gibi, krallar veya imparatorlar gibi büyük bireylerin de yönlendirdiğini düşünmedi.
Marx, insanlık tarihinin sınıf çatışmaları tarihi olduğunu söyler. Bu tez onun tarihsel materyalizm anlayışı ile tutarlılık gösterir. Çünkü insanlık tarihini geliştiren etken; bireyler, krallar veya başkanlardan ziyade sıradan insanların da içinde bulunduğu üretici güçlerin gelişmişlik seviyesidir. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında üretici güçler, içinde bulundukları üretim ilişkileri ile çelişkiye düşerler. Bu çelişkiler üretici güçler için engel haline gelirler ve o zaman toplumsal bir devrim yaşanır.
İçinde bulunduğumuz kapitalist sistem de bir sınıf toplumudur. Kapitalizmde temel sınıflar burjuvazi ve proletaryadır. Sınıf nesnel bir toplumsal ilişkidir. Üretim araçlarıyla olan ilişkinize bağlıdır. Üretim araçlarını elinde bulunduran azınlık burjuvazi(kapitalist) iken, üretim araçlarına yabancılaştırılmış olan sınıf proletaryadır. Proletarya, emek gücünü, burjuvaziye satarak yaşamaya zorunlu bırakılmıştır.
Kapitalist sistemde sınıfları analiz ederken şunu görürüz. Bu analizin merkezinde proletaryanın (işçilerin), burjuvazi tarafından sömürülmesi vardır. Bu Marksist tez önemlidir çünkü kapitalizmin işleyişini gözler önüne serer. Kar, kapitalizmin merkezindedir ve tüm kar işçiler sömürülerek elde edilir.
İşçiler, çalışarak bir değer yaratırlar. Ancak burjuvazi bu değere el koyar ve işçiye bu değerin altında bir ücret verir. Bu aradaki farka Marx “Artı Değer” dedi ve burjuvazinin sömürüsü bu artı değerdir. İşçi, ürettiği değerden daha az bir ücret almıştır işte burjuvazi işçiyi böyle sömürmektedir.
Patronlar, insanları daha az ücret karşılığında daha uzun ve daha yoğun bir şekilde çalıştırarak işçilerden sürekli olarak daha fazla artı değer çıkarmaya çalışırlar. Kapitalist sistemin işleyiş mantığı budur.
Marx, sömürülen işçilere “Kapitalizmin mezar kazıcıları” ismini verdi. Marx böyle diyerek işçilerin kendi eylemleriyle bir değişim getireceklerini de belirtmiş oluyordu. İşçilerin, işçilerden başka dostu yoktur ve onlar kurtuluşlarını kendi örgütlü mücadeleleri ile kazabilirler. İşçiler tüm zenginliği yaratır ve sömürü deneyiminin paylaşıldığı işyerlerinde birlikte yoğunlaşırlar. Onlar, kapitalizmin merkezlerinde örgütlenip, mevcut toplumu altüst ederek yeni bir toplum yaratabilirler.
Bahsettiğimiz toplumsal değişimin adı devrimdir. Ve devrim bazılarının savunduğu veya anladığı gibi bir darbe veya tepeden inme bir şey değil, tabandan gelen kitlesel bir hareket ve dönüşümdür. Marx, kapitalizmin toplumsal bir devrim ile yıkılacağını ve yerine Sosyalizmin kurulacağını savunuyordu.
Sosyalist devrim ile sınıf toplumu ortadan kaldırılacaktı. Topraktan işyerlerine, kaynaklara ve teknolojiye kadar tüm üretim araçları herkes tarafından kolektif olarak sahiplenilecek ve kontrol edilecekti. Ve daha fazla demokrasi olacaktı; herkesin toplumda neyin üretildiği ve nasıl işlediğiyle ilgili kararlara katılabildiği gerçek ve daha derin bir demokrasi. Ve neyin üretildiğiyle ilgili bu kararlar artık neyin karlı olduğuna dayanmayacaktı. Bunun yerine, o toplumdaki insanların neye ihtiyaç duyduğuna dayanacaktı.
Devrim kavramının soyut bir fikir olmadığını açıkça belirtmeliyiz. Devrimci değişimin en yüksek noktası, işçilerin kapitalist devletten kurtulduğu ve sovyetler (işçi konseyleri) aracılığıyla toplumdaki kararları doğrudan kontrol ettiği 1917 Rusya’sındaydı.
1917 Rusya’sından bu yana çok sayıda devrimci durum ve olgu yaşandı. Rusya dışında daha pek çok yerde(Çin, Küba, Vietnam, Kore ve bazı Latin Amerika ve Afrika devletleri) devrimler yaşandı ve devrimci gelişmeye hız verdi. Bunun dışında 21. Yüzyılda sokak hareketleri, grevler ve kitlesel protestolar yaygınlık kazandı ve gelişti.
Marx fikirlerini yazarken farklı bir zaman diliminde yaşıyordu. Ancak yazdığı şeyler hala fikirlerimizin genel stratejisini ve özünü oluşturur. Bu öz; işçi sınıfının, kendi kendini özgürleştirmesine dayanan devrimci bir değişim teorisidir. Bu teori, Lenin’in de söylemiş olduğu gibi çağa ve özgül koşullara göre geliştirilir ve işçi sınıfının en radikal sonuç olan “kapitalist devleti yıkmak” hedefini gerçekleştirme stratejisini oluşturur.
Comments