“KUŞATILAN ÜNİVERSİTELER”
- Sabırsızlık Zamanı
- 18 Oca 2021
- 4 dakikada okunur
Merhaba arkadaşlar ben size genel olarak kapitalist sistemde eğitimi ve günümüzde kuşatılan üniversiteleri anlatacağım, yazıma başlarken eğitimin sınıflı toplumlarda nasıl bir toplumsal işlev gördüğüne ufak bir örnek vereceğim. Eğitim sözcüğünün Osmanlıca karşılığı “terbiye” sözcüğüdür. Türkçe de “terbiye etmek” yani “uslandırmak, alışılmışa boyun eğdirmek, uyumlulaştırmak” anlamlarıyla yerleşmiş olması buna bir örnektir. Burjuvazinin kendi kültürünü yeni kuşaklara bir miras olarak aktarmakta olduğunu bu örnekte açıkça görebiliriz. Sözüme 1967’de söylenmiş olan eğitimin genelleşmesinden burjuvazinin ne beklediğini açıkça belirten bir sözü paylaşarak devam edeceğim.
“Alt sınıflar üzerlerine düşecek görevleri yerine getirebilecek biçimde eğitilmelidirler. Daha yüksek bir kültür zenginliklerini değerlendirmelerine ve saygı göstermelerine yetecek bir öğrenim görmelidirler. Üst sınıflar ise tümüyle değişik, alt sınıfların önünde saygıyla eğilecekleri, kendilerine daha yüksek bir yetişme düzeyi sağlayacak bir eğitime yönelmelidir.” (R.Lowey)
Burjuvazi gençliğin farklı yönlerini tekleştirmek, gençliğin yeteneklerini, becerilerini bir yöne çekmek ya da eğilimlerini aynılaştırmak ister, böylece eğitim süreci eleme sistemine dönüşür. Örneğin, orta öğretimde öğrencilere disiplin adı altında dayak ve din, ahlak dersleri verilmesi, okul hayatı boyunca öğrencilerin hep bir ayıklama-eleme sürecinde ezberci anlayışın ve sınavların varlığı buna kanıttır. Burjuvazi kendini düşünsel anlamda yeniden ürettiği eğitim sürecinde, öğrenci gençliği hem ideolojik olarak hem de gerici kültürüyle kendine yedeklemeye çalışır.
Öbür yandan orta öğretim sürecini bitirenleri de ikinci sınıf eğitim daha doğrusu eğitimsizlik, geleceksizlik, kaygılarıyla dolu bir süreç beklemektedir. Bu sefer şükretmeye değil doymak bilmeyen bir hırsla hazırlanmaya itiliriz, her öğrenci kendisine seçebildiği meslek alanında düzene hizmet edecek biçimde yetiştirilir; üniversite bitiminde de ya düzenin işlemesini sağlayan küçük çarklardan biri haline geliriz ya da işsizler ordusunun bir parçası olarak hayatlarımızı yoksulluk içinde idame ettiririz. İşte kapitalizmin bize sunduğu gerçekler bunlardır.
Kapitalist düzende eğitimle insana kazandırılan nitelik sistemin bir çarkı olmanın ötesine geçemiyor. Bunun en açık göstergesi gençlerin yaptıkları işe göre tek yönlü biçimlenmeleridir. Örneğin mimarlar çizim yapmayı, mühendisler alanlarına yönelik teknik bilgiyi, işletmeciler ise kapitalist piyasayı bilirler. Öğretmenlerden müfredattan şaşmadan yeni kuşakları biçimlendirmeleri istenir. İşletmeciler, emekçileri ince politikalar ve psikolojik yöntemlerle yönetebilmeleri için verilen “sosyal psikoloji” derslerinde insanları sürüleştirdikçe, kendileri insanlıklarından uzaklaşır yani demem o ki bizi tek bir yöne bakan başka da bir şey görmeyen, sorgulamaktan aciz, sadece sisteme çalışan bireylere dönüştürür. Bizleri başka bir işe yaramayan koca yığınlar haline getirmek isterler. Bu süreçte kapitalist eğitim sisteminin amacının hem kendine ideolojik, kültürel anlamda bağlı bireyler oluşturmak, hem üretim sürecinin devamlılığını ve sermaye devletinin idaresini sağlayacak nitelikli kadrolar yetiştirmek hem de sermaye sınıfına karşı-devrimci vurucu bir güç örgütlemek fonksiyonlarını oynar.
Yukarıdaki tanımlamamızı yaptıktan sonra yaşadığımız topraklardaki eğitim sisteminin dindar-kindar yanının özellikle öne çıkartılması, sisteme itaatkar “uslu” çocukların yetiştirilmek istenmesine hizmet ettiğini görüyoruz. Lise eğitiminin, üniversitelerin tamamen sermayeye peşkeş çekildiği bir ortamda lise, üniversitelere yoğun devlet müdahalelerini, liselerin-üniversitelerin tamamen gerici-faşist olarak dizayn edilmek istenmesinin altını çizmeliyiz. Dogmatik düşüncenin akademiye egemen olduğu, bilimin-akademinin sermayenin çıkarlarına hizmet ettiği yaşadığımız topraklarda demokrat-devrimci diyebileceğimiz tüm ilerici akademisyenler, öğretmenler ya tasfiye ediliyor, ya da yoğun bir baskı ile susturulmak isteniyor.
Örneğin sadece Temmuz 2016’dan Temmuz 2018’e kadar süren OHAL döneminde Türkiye’nin yükseköğretim sistemi muazzam bir tahribat yaşadı. 406’sı Barış Bildirisi imzacısı olmak üzere toplam 6081 akademisyen , “Terör örgütleriyle iltisaklı” oldukları yönünde keyfi ve mahkeme önünde ispatlanmamış suçlamalara maruz kalarak KHK ile mesleklerinden ihraç edildiler. Ömür boyu hiçbir hizmet sektöründe çalışamayacak ve pasaportları da KHK tarafından iptal edilen akademisyenler kariyerlerinde en önemli geçim araçlarından mahrum bırakıldılar. Başka bir ülkede hayata yeniden başlama olanaklarından yoksun kaldılar, yani “sivil ölüme” mahkum edildiler.
Bu dört yıllık baskı sürecinde üniversitelerimizin en bilinçli ve en nitelikli akademisyenlerini ihraç ettiler, yerlerine kendi çarklarının parçası olan akademisyen demeye bin şahit niteliksiz, gerici, sözde akademisyenler atadılar.
Kapitalizmin kendi çarkları dönsün diye sermaye dokunduğu her alanı niteliksizleştiriyor. Tıpkı her yönden kuşattıkları üniversitelerimiz gibi her yönden hem öğrencileri hem de ilerici akademisyenleri her türlü araçla cendere altına alıyorlar ve öğrencilere birer müşteri gözüyle bakıyorlar. “Şirketleşmiş üniversitelerin müşterileri öğrenci arkadaşlar” işte sermaye sınıfı için paradan başka bir şey ifade etmiyoruz. Buna örnek olarak İstanbul Üniversitesi’nde kantin zamlarına karşı eylem yapan üniversite öğrencilerini gösterebiliriz, okul yönetiminin cebine, yemek şirketin daha fazla kar girsin diye yemek fiyatlarına zam yapanlar, öğrenciler buna karşı geldi diye öğrencilere ÖGB’leri saldırttı. Bir taraftan bunlar olurken üniversitelerde devrimci- demokrat-sosyalist-yurtsever öğrencilerin yaşadığı yoğun kuşatma, baskıları da hatırlatmak gerek. Okulların kışlalara çevrildiğini çok rahat söyleyebiliriz. Bu baskıları ODTÜ’de, Boğaziçi’nde, Mimar Sinan’da, İTÜ’de ve daha adını sayamadığımız birçok üniversitede gördük ve yaşadık. Ne zaman harekete geçsek bizlere saldırıyorlar, ama ne zaman sessiz kalsak, sorunlarımızı hasıraltı etsek, işte o zaman sorunlarımız katmerleniyor, hayatlarımız çekilmez hale geliyor. Üniversiteler bu toprakların 50 yılı aşkın devrim mücadelesi tarihi boyunca her zaman gençliğin en dinamik ve aydın kesimlerinin toplandığı, toplumsal sorunları gündeme getirdiği alanlar olmuştur, aynı zamanda devrim mücadelesinin, sosyalizm idealinin her zaman ayakta olduğu alanlardır. Dönem dönem bu mücadelelerde sıçramalar yaşandığı ve mücadelenin çok geliştiğine tanık olduk. Bu sebeptendir ki devletin de baskı ve saldırılarından nasibini almıştır, almaya devam etmektedir.
Ama biz asla sistemin uslu çocukları olmayacağız, olmamalıyız! Neden mi?
Çünkü kapitalist sistem bizim yaşadığımız her sorunda çözümsüz kalmasıyla, hatta bu sorunları derinleştirmesiyle neden sorusuna çok güzel ve net bir şekilde cevap vermemizi sağlıyor. Çünkü kuşattığınız üniversitelerimizi, çepeçevre sardığınız okullarımızı, üniversitelerimizi karalarından koparacağız size sözümüz olsun sadece üniversiteleri değil karalarla boğmaya çalıştığınız her şey için sözümüz olsun!
Bu sözü verdikten sonra yavaştan cümlelerimi toparlayacağım, ama şunu da unutmamız gerekir ki bu sorunların hiçbirini devrimden ayrıksı göremeyiz nihai hedefimiz olan devrimi gerçekleştiremediğimiz sürece bu sorunlar içinde boğuşup duracağız. Aslında bunu tam da şuna benzetebiliriz diye düşünüyorum; bir ressamın elindeki kızıla boyanmış fırçayı çizdiği tabloda vurucu ve bitirici bir dokunuşla tamamlaması gibi, bizde o vurucu ve bitirici dokunuşu bu nihai hedefi önümüze koyarak yürümeliyiz. Yürümeliyiz ki dokunduğumuz her alan devrimcileşmeli ve bu yüzden akademik, ekonomik sorunlarımızın çözümünü, işsizliğin, geleceksizliğin ortadan kalkmasını bundan ayrı ele alamayız. Tam da “Politik Özgürlük Kazanılmadan, Akademik Özgürlük Kazanılamaz” şiarında ifade edildiği gibi.
Yaşamımızın her yeri çelişkilerle, katmerlenmiş sorunlarla çevriliyken sermaye devletinin güçleri işçi, emekçilere, gençliğe, Kürt halkına saldırıyor. Hepimiz öfke ve hiddet doluyken yazıma sevdiğim bir şiirden bir alıntıyla sonlandırmak istiyorum.
“Ama ne olursa olsun yoldaşlar,
Bu topraklardaki bütün limanlardan binlerce kol kalkacak havaya
Binlerce çelik yumruk…
Ve merhaba denilecek yaşama
Ölenler ve yarına yürüyenler adına MERHABA…’’
TANYA
Comments