top of page

Kimden Yanayız Kim Bizden Yana?

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 7 Ara 2023
  • 4 dakikada okunur

ree







Şu genç yaşımızda nelere tanık olmadık ki? Uzun süredir devam eden ekonomik krizin yıkıcı etkilerinden, geleceksizliğe, pandemi dönemimdeki online eğitimin ahmaklaştıran etkilerinden, gencecik yaşta intihar eden arkadaşlarımıza, savaşlara, deprem felaketine ve sonuçları her defasında aynı çıkan seçimlere kadar onlarca şeye tanık olduk; hepsi doğrudan veya dolaylı bir şekilde yaşamlarımıza etkide bulunmayı başardı. Şimdi de derinleşmiş ekonomik krizin ve yoksulluğun içinde geleceksizliğin dehlizlerinde yüzerken geleceğe güvenle bakabiliyor muyuz? Elbette hayır, seçimlerde bir değişim olacağını düşünenlerimiz ne kadar da yanıldı ve büyük bir umutsuzluğun içine itildi? Bizlerin aklıyla alay edip, tüm toplumun değişim isteğini, öfkesini, bu düzenden bıkkınlığını sermaye düzenine kanalize etmeyi ne de ustaca başardılar? Devrim değil de reform isteyen solcular değil miydi bu seçim başka olacak diyenler? Hani nerede gerçek değişim? Nerede yıkılan “tek adam diktatörlüğü”? Artık usanmadık mı bizleri aldatan düzenin hizmetkarlarından? Bizleri umutsuz, çaresiz, örgütsüz kılmak isteyenler, kabuğumuza çekilelim, sadece ‘postumuza’ özen gösterelim diye elinden geleni yapmıyor mu?

Yaşadığımız topraklar bunun en iyi örnekleriyle dolu. Akademinin dinci-faşistler tarafından kuşatılıp tasfiye edilmesinden, her türlü çürümenin, yozlaşmanın her yere yayılmasına, her türlü suç faaliyetine itilenlerin genç insanlardan oluşmasına, tüm örgütlü, aykırı, muhalif seslerin acımasızca bastırılmasına kadar. Üniversiteyi kazansak bile geçinme ve barınma derdinin içinde kaçımız çalışmak zorunda kalmıyor ki? Hatta okulu kazanıp bölümünü dondurmak zorunda kalan binlercemiz aramızda değil mi? Veya kaçımız eğitim hayatında dert tasa etmeden eğitimini sürdürebiliyor? Veya kendini sosyal, kültürel, insani olarak geliştirmek isteyip yoksul ve maddi imkanlardan yoksun olduğumuz için özgür olmadığımız, görüşümüzü, öfkemizi ifade edip kovuşturmaya uğramayacağımız güvencesini kim verebilir? Yaşamlarımızın her anı, her dakikası rekabetin zorlu basamaklarını tırmanıp her birimizin birer yalnız ‘savaşçı’ olduğunu öğütlemiyor mu? İşte bu saydıklarımızın hepsi bizlere karmaşık gibi görünse de hepsi iç içe geçmiş bileşkelerden ve ortak bir kesişim noktasından oluşuyor. Bunlar ne mi? Gelin hep birlikte buna bakalım.

Yaşadığımız topraklar sermaye egemenliğinin katıksız bir şekilde sürdüğü, devletin egemenlerin devleti olup halktan yana değil ama ona karşı konum aldığı, milyonlarca işçinin, emekçinin, kadının, gencin kopkoyu bir baskı cenderesinde yaşamak zorunda kaldığı faşizmin kuşatmasında yaşıyor. TÜİK verilerine göre bile, devlet verilerinin güvenilirliği, güvenilmezliği ile meşhur olmakla birlikte, bu topraklarda yaşayan 36milyonlarca insanın %73,8’i üretim araçlarından yoksun, hayatta kalabilmek için emek gücünü bir patrona satmak zorunda olan ücretli emekçilerden oluşuyor. Ortalama bir matematikle bile çoğumuzun mensup olduğu emekçi kesimlerin toplum içinde tuttuğu genişliği görmek mümkün. Geriye kalanlar %21,9’u küçük mülk sahibi kesimler ve geriye kalan %4,2’lik dilim büyük sermayedarları oluşturuyor. Peki bu kadar işçi, emekçinin yaşadığı, bütün hayatı, her şeyi işçilerin ürettiği bu topraklarda nasıl oluyor da her şey sermayenin çıkarına göre şekilleniyor? Neden o parçası olduğumuz devasa emekçi yığınının içinde bizler yoksul ve tüm imkanlardan yoksun bir şekilde yaşamak zorunda kalıyoruz? Bunun cevabı tam da karşımızda. Üretim araçları ne kadar toplumsallaşmış olsa da yani fabrikalar, tarlalar, büyük üretim tesisleri vs. hepsinde işçi sınıfının geniş kesimleri üretime katılsa da, bu üretim araçlarının mülkiyeti ise büyük sermaye gruplarının, yani mali sermayenin elinde bulunuyor. Üretim araçlarının egemenliği sermayenin ise devletin onun olması ve aklımıza gelebilecek her şeyin onun çıkarına göre şekillenmesi bizleri şaşırtmamalı. Burada toplumsal yaşamın akışını, devletin tüm kurumlarını, emek piyasalarını, hukuku, sağlık ve eğitim sistemini, kültürel düşünüşü, medyayı, özgürlükleri hatta insan ilişkilerini bile şekillendiren bir sermaye sınıfı çıkıyor karşımıza. Ve bir avuç insandan oluşan asalak bir sınıfın bütün zenginlikleri ve imkanları elinden bulundurmasından, işçileri katıksızca sömürmesinden, emekçi yığınların sırtına vergi yükü ile binmesinden dolayı semirerek açlığı, yoksulluğu, işsizliği, çürümeyi, yabancılaşmayı yarattığını da görebilmeliyiz. Çoğumuz emek gücünü satarak geçinmek zorunda kalan insanların çocukları olduğumuz halde neden sermaye sınıfının en gerici düşüncelerini, kültürel anlayışını, gerici ideolojilerini savunur hale geliyoruz? Neden içinden geldiğimiz topluma yabancılaşıyoruz? Ya da eğitim sisteminin bizleri çepeçevre kuşatıp her türden en gerici aklı, düşmanlığı, bireyciliği, nti bilimselliği yaymasına yeterince tepki göstermiyoruz?

Çünkü demin de bahsettiğimiz ideolojik, düşünsel ve kültürel egemenlik, popüler kültürün, toplumsal normların ve eğitim sisteminin tüm gözeneklerine sızdırılarak bizlere ulaşıyor. Neyi savunup, neyi savunmayacağımız, kimin dost kimin düşman olduğu, sermayedarların hayırseverler olduğu, hepimizin aynı gemide olduğu yalanlarını her gün beynimize türlü araçlarla sokmaya çalışıyorlar. Farkında olmadan sermaye sınıfının tüm başarılarını, bütün yıkımlarını, bütün savaşlarını resmi tarih anlatısı ile özümsemiş hale geliyoruz. Hayatlarımızı hiçe sayan, bir kısmımızı fabrikada makinenin basit bir dişlisi hatta “kontrol paneli” haline getirenler keyiflerine bakarak yaşamlarını sürdürüyor. Bir diğer kısmımızı bir şirkette veya bir bankada her türlü mobingle uzun mesailerle çalışmak zorunda bırakan ve bir kısmımızı ise hayatın içinde tutunamayıp kalıcı işsizlik ordusunun içine iten bu kapitalist düzenin yasa koyucuları, egemenleri değil mi? Kaçımız emek cehennemi haline gelmiş coğrafyalarımızda iş cinayetlerinde can veriyor? Hepimizin hayalleri geleceğe dair planları var, ama bunları dilediğimiz gibi gerçekleştirebiliyor muyuz? Veya özgürce kendimizi sanatla, müzikle, edebiyatla, felsefeyle, bilimle yani insan aklının belki de en özgür ve üretken olduğu pratiklerle buluşturabiliyor muyuz? Belki de birçoğumuz Nazım’ı okumamıştır ya da Yaşar Kemal’i, en son ne zaman sinemaya, tiyatroya gittik, belki de birçoğumuz sanat veya felsefenin gereksiz ve gülünç olduğu yalanları ile büyümüşüzdür. Hepsi ama hepsi; bütün burjuva partiler, en liberal görünümlüsünden en faşist, gerici olanına kadar, bütün devlet kurumları, eğitim sistemi, devletin en yetkili ağızları bizden, halktan, emekçilerden, gençlerden yana olduğu yalanını gözümüzün içine bakarak söylüyor. O zaman kimden yanayız ya da kim bizden yana? Sorunlarımız çığ gibi büyümüşken, bizlere umut olduğunu düşündüğümüz ama yaptıkları her şeyle, ortaya koydukları her tutumla halka ve -eleceği temsil eden biz gençliğe düşman olanların peşinden mi gideceğiz? Bir kez daha hayır! İşçi sınıfının kurtuluşundan ve toplumsal devrimden yanayız! Her şeyi yaratıp hiçbir şeyi olmayanların çocuklarıyız veya doğrudan kendisiyiz. Öfkemizi birleştirme zamanı gelmedi mi?

Bizleri birer birer yutan, borç dünyasının içinde kendimizi sosyal birey olarak gerçekleştirmemizi engelleyen, okulu bırakıp gencecik yaşımızda çocuk işçi haline getiren, paraya tapanların egemenliğine artık tamam demiyor muyuz? Bizi rezil bir geleceğin kölesi olarak dizayn etmek, yönlendirmek, sinikleştirmek ve hayatın edilgen ögeleri haline getirmek isteyenlerden artık bıkmadık mı? Hepimiz bıktık! Tıkış tıkış otobüslere binip düzgünce beslenip barınamadan taş duvar binalarda ezberler yapmaktan, sadece sınav geçmek için okul okumaktan, sürekli buraları terk edip kurtulma hayalleri kurmaktan yorulduk. Sorunu tespit ediyorsak, çözümü de bulmalıyız; çözümü buluyorsak hareketi geçip yolu da açmalıyız. Ama çözümümüz belli. İktidarıyla, muhalefetiyle, bütün kurumlarıyla karşımızda olan bu düzenin bizden yana değil ama bize karşı olduğunu bilince çıkarıp devrimci bir saflaşmaya geçmeliyiz! Geleceği edilgen bir şekilde beklemektense yaşama, yaşadığımız toplumsal sorunlara bugünden etkin bir şekilde örgütlenip müdahale etmek, emekçilerin kavgasına akıp bu düzenin üzerine yürümeliyiz. Bizler ancak örgütlü, devrimci bir güçsek yaşamı dönüştürecek güce ulaşırız, ama kavgadan kaçarsak her zaman başkalarının tarih sayfalarında adı anılmayan bir gençliğe dönüşürüz! Bu yüzden hayır, bu düzene karşı isyan, sokak, kavga… Bu düzene başkaldırıyoruz, geleceği siz değil biz öreceğiz, kabuğumuzu kırıp, hayallerimizi çalanların üzerine yürüyelim! Tarih bizi kavgaya çağırıyor!

K. Taylan Kızıldağ

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page