top of page

KADININ KESİN KURTULUŞU ÜZERİNE

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 5 May 2021
  • 6 dakikada okunur



Kapitalizm koşullarında kadının toplumsal konumu üzerine, daha genel bir bakışla kadının sınıflı toplumlardaki konumu üzerine sık sık düşünüyor, tartışıyor, yazıyoruz. Yaşadığımız topraklarda kadınlar artık birçok alanda binlerce problemin temelinde kapitalizmi görebiliyor. Özel mülkiyet egemenliğinin olduğu her yerde, çalışma yaşamının içinde dahi kadın erkek eşitliğinin mümkün olmayacağını biliyor. Bunun karşısında gencinden yaşlısına kadınlar “Acaba bizim de özgür olacağımız bir yaşam mümkün mü” diye soruyor ve yanıt arıyor. Gerçek bir kurtuluş ve köklü bir değişim isteyen kadınlar, yüzünü sosyalizme dönüyor. Sosyalizmde kadının toplumdaki konumunun nasıl olacağına ilişkin fikirler yürütülüyor, düşler kuruluyor.


“Tarih hakkında bir şeyler bilen birisi, kadın mayası olmadan büyük toplumsal değişikliklerin gerçekleşmesinin olanaksız olduğunu bilir. Toplumsal ilerlemenin tam ölçüsünü veren, kadın cinsinin toplumsal konumudur.” diyor Marx. Bu yüzden, kadınların insanca bir yaşam için mücadele etmek istiyor ve hızla yüzünü sosyalizme dönüyor olması, dünyanın her yerinde yankılar uyandıran yürekli isyanları, büyük toplumsal değişimlerin habercisi olabilir.


Bu noktada sosyalist bir toplumda kadın sorununun çözümüne yönelik neler yapılacağına dair onun yaşanmış örneklerinden fikir edinebilir, dersler çıkarabiliriz. Bu konuda bizi aydınlatacak belki de en iyi örnek, ilk sosyalist inşanın gerçekleştiği Sovyetler Birliği olabilir. Gelin, devrimden önce ve sonra Sovyetler kurulmadan önce ve kurulduktan sonra kadının toplumsal konumuna birlikte bakalım.


Devrimden önce Çarlık Rusya’sına baktığımızda, aile ve toplum içerisinde söz sahibi olmayan, iktidar-kilise-koca baskısıyla ezilen, çoğunlukla hizmetçilik yapan, bunun dışında ağır koşullar altında tekstil ve konfeksiyon alanlarında çalışan, kalifiye olmayan işlerde çalıştırılan kadınlar çıkıyor karşımıza. Erkeklerin aldığı ücretleri de elbette alamıyorlardı. 1. Dünya Savaşı döneminde erkek işgücünün cepheye çekilmesiyle birlikte kadınlar üretim alanına çekildi, fakat kapitalistlerin ihtiyaçlarına göre kullandıkları yedek sanayi ordusu konumundaydılar. Ayrıca üretim alanında olsalar da “doğal işleri” olan ev hizmetçiliği ve çocuk bakımı devam ediyordu. Esasında işçi sınıfının halkın çok küçük bir bölümünü oluşturduğu Çarlık Rusya’sında kadınlar çoğunlukla tarım alanında çalışıyor fakat genelde karşılığında ücret almıyorlardı.


Ekim Devrimi ile üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin, yani insanın insan tarafından sömürülmesinin maddi temelini ortadan kaldırmanın önü açılmış, buna bağlı olarak ev işlerinin ve çocuk bakımının toplumsallaştırılmasıyla kadın nüfusunun üretime çekilmesinin; kadın emeğinin kalifiye emeğe dönüştürülmesinin, yani “eşit işe eşit ücret” ilkesinin gerçek bir uygulama haline gelmesinin yolu açılmıştır. Devrimden sonra, hem içeride, hem dışarıda proletarya diktatörlüğünü yıkmak isteyen gerici ve emperyalist devletlerle savaş sürüyordu. Kadının kurtuluşunu sağlama görevi, böyle bir ortamda Sovyetler Birliği’nin önünde duruyordu. 1921 yılına kadar süren Savaş Komünizmi döneminde çalışabilir yaştaki her kadın ve her erkek bakımından çalışma zorunluluğu getirilmişti. Yüz binlerce ev emekçisi kadın ilk defa toplumsal çalışmaya çekiliyordu. Kimisi de idari hizmetlerde, anne ve çocuk koruma kurumlarında, çocuk yuvalarında, kamu mutfakları, kamu çamaşırhaneleri vb. işlerde çalışma hayatına başladılar. Bolşevikler iktidarı ele geçirdiklerinin hemen dördüncü gününde 8 saatlik iş gününü, kadın emeğinin, anne ve çocuğun korunmasına ilişkin yasalar ilan eden kararnameler yayınladılar. Annelik ve ev emekçisi kadınların ev içi faaliyetleri toplumsal fonksiyonlar olarak tanındı. Köylü kadının kendi toprağının olması ve o toprağı kendisinin mi işleyeceği yoksa kolektif çiftliğe mi gireceğini kendisinin belirlemesi sağlandı.


Savaş komünizminden sonra 1925’e kadar süren Yeni Ekonomik Politika döneminde, Sovyetler Birliği özellikle ekonomik açıdan yalıtılmış, askeri müdahaleler ve iç savaş sonucu tarımı ve sanayisi yıkıma uğramıştı. Bu dönemde çalışma zorunluluğu kaldırıldığından Savaş Komünizmi döneminde toplumsal faaliyete çekilmiş olan kadınların yine evlerine dönmesi söz konusuydu. Cephelerden dönen vasıflı işçilerin karşısında mesleki eğitime sahip olmayan kadınlar üretim dışına itilmiş oluyordu. İşsizler arasında kadınların oranı artıyordu. Bu yüzden iktidar kadınları yeni ekonomik politikanın etkilerinden korumayı ve üretim sürecinden dışlanmalarını engellemeyi acil bir görev olarak görüyordu. Buna yönelik olarak işsiz kalan kadınlar için üretim kooperatifleri kuruldu, Sovyet Hükümeti tarafından kurulan tüm teknik okullara kadınların alınmasına dikkat edildi. Kadın emeğinin kalifiyeleştirilmesine ve kadın emeğine yeni iş alanlarının açılmasına hız verilmesi gerektiği kararlaştırıldı. Kadınların daha önce hiç veya yeteri kadar istihdam edilmediği üretim dallarına istihdam edilmesi kararlaştırıldı. Kadınların sendikal harekete aktif olarak katılımının sağlanması amaçlandı. YEP döneminde ekonomi restore edildi, ekonominin canlanmasıyla işçi sınıfında sayısal anlamda artış oldu, kadınların üretimin dışına itilmeleri durdurulabildi. Parti ve sendikalar kadının üretimden dışlanmasını engellemek için çalışmasının yanı sıra, erkek-egemen ideolojiden kaynaklanan kadın emeğinin düşük görülmesine ve kadınların yerine erkeklerin tercih edilmesine karşı da mücadele ettiler. Bunun için de kadın işçileri koruyan bazı özel haklar onların aleyhine olmaması için zaman zaman kaldırılabildi; örneğin gece çalışma ve fazla mesai yasağı.


Sovyetler Birliği’nin içinde bulunduğu o günkü şartları göz önünde bulundurmak zorundayız. Bazı feminist ve burjuva yazarlar YEP’e geçiş döneminde kadınların üretimden dışlanması gibi olgulara işaret ederek Komünist Parti’nin devrim öncesinde ve ertesinde savunduğu ilkelerden vazgeçtiğini veya pratiğe uygulamadığını vs. ileri sürdüler. Ancak çok kritik bir dönemden geçen proleter devletin yanlış bir adım atması sonucu proletarya diktatörlüğü yıkılabilir ve kadının kurtuluşu hedefi de yok olabilirdi. Bu yüzden, Komünist Parti’nin kesinlikle ilkelerinden vazgeçmediğini, hedeflerine ulaşmasını sağlayacak temel sorunlara yöneldiğini ve hedefini şaşırmamış olduğunu söyleyebiliriz. Şu anda, yaşanmış olan gelişmeleri inceleyip değerlendirerek sosyalizmin inşası sürecini anlayabilecek durumda iken Komünist Parti’sinin ilkelerinden şaştığı gibi eleştiride bulunanların da bunu bilinçli bir çarpıtma amacıyla yaptığı çok açıktır.


Kadının üretime çekilmesi aynı zamanda sosyalizmin inşasına da aktif olarak katılmaları anlamına geliyordu. Örneğin Savaş Komünizmi döneminde yıkıntıya uğrayan ekonomiyi kalkındırmak için Komünist Cumartesi kampanyası açılmıştı; bu, tatil günü olan Cumartesi gününde gönüllü çalışma anlamına geliyordu. İlk başta buna karşı çekingen yaklaşan kadınlar gittikçe daha büyük bir coşkuyla bu kampanyaya katıldı ve erkeklerin katılım oranını da aştılar. Tarım alanında kadın emeğinin kalifiye emeğe dönüştürülmesi için de kampanyalar gerçekleştirildi, eğitimler verildi.


Şuna da değinmek gerekir ki, emekçi kadınların yüzde yetmiş beşi okuma yazma bilmiyordu ve kadının üretime çekilmesi bir anlamda cinsiyete dayalı iş bölümü şeklinde gerçekleşti; kadınlar kamu mutfak ve çamaşırhanelerinde, çocuk kreş ve yuvalarında eğitim alanında, hastabakıcılık başta olmak üzere sağlık hizmetlerine vb. işlere yani ev içinde çalıştığı için beceri kazanmış olduğu alanlara çekildi. Ancak bu komünistlerin bu şekilde roller belirlemeyi hedeflemelerinden, bunu savunmalarından kaynaklanmıyordu. Onlar kadınların kendilerine tamamen yabancı alanlara çekilemeyeceğini biliyorlardı. Kadınların kendilerine güvendikleri ve ilgi duydukları alanlara çekilmesini doğru buluyorlardı. Ayrıca kapitalist sistemde kendi odasında çocuk bakması, kendi tenceresinde yemek pişirmesi ile çocuk yuvasında eğitmen olması ve büyük kantinlerde aşçı olması aynı şey değildir. Birincisinde kadın bunun için ücretlendirilmez ve kalifiye olması beklenmez ama ikincisinde bunun tam tersidir. Kadın emeğinin kalifiyeleştirilmesi için yürütülen çalışmaların sonucunda kadınların “erkek işleri” alanına ne kadar girdiğine ilişkin bir örnek: 1912’de maden işleme ve makine yapım sanayisinde çalışan kadınların sayısı 15.000 iken 1935 yılında 319.000’e çıkmıştır.


Bunun dışında SBKP kadınların iktisadi alanlarda bizzat yönetici kademelerde yer alması için de mücadele verilmiştir; bunun için kadınları küçümseyen ve erkek üstünlüğünü savunan anlayışlara karşı da mücadele etmiştir. Kadınlara tüm meslek ve iş alanları açılmış, herkesin eğitim ve öğretim hakkı güvence altına alınmış, özgürce meslek seçme hakkı sağlanmıştır.


Kadının kurtuluşu hedefi için devrimden sonra da kadınların kendi örgütlü mücadelesini yürütmesi gerekiyordu elbette. Bunun için Sovyet Rusya’da Komünist Kadın Hareketi vardı; kadın emeğinin korunması ve özellikle anne olarak kadının korunması onun uğruna mücadele ettiği temel taleplerdendi. KKH kadın ile erkek eşitliğini mutlak bir eşitlik anlayışına indirgemedi. Kadın-erkek arasındaki biyolojik farklılığı göz ardı etmedi, kadının doğurganlığını da toplumsal bir fonksiyon olarak tanıdı. Buna bağlı olarak bu taleplerin RSDP’in 1903 yılında kabul ettiği programda kadınların kadın organizmasına zararlı tüm dallarda çalıştırılmasının yasaklanması, kadınların doğumdan önceki 4 hafta ve sonraki 6 hafta ücretleri kesilmeksizin işten muaf tutulması, kadınların çalıştığı tüm atölye, fabrika, işletmelere çocuk yuvaları kurulması, emziren kadınların belli aralıklarla ve belli süreliğine işten muaf tutulması düzenlendi.


Bu talepler ilk defa Sovyetler Birliği’nde gerçekleştirildi, Sovyet Rusya kadının doğurganlığını toplumsal bir fonksiyon olarak kabul eden ilk ülke oldu. Anne ve çocuğun korunması bir hayırseverlik değil sosyalist devletin görevidir. Sadece kadının sosyal olarak güvence altına alınmasını da değil, bir bütün olarak aile yaşamının dönüştürülmesini ifade eder.


YEP döneminde yürürlüğe giren Çalışma Yasası’nda kadın ve anneyi korumaya ilişkin tüm yasa maddeleri toplu şekilde yer aldı. Kadınların yeraltında çalışmasını, fazla mesai yapmasını, gece çalıştırılmasını yasakladı. Hamile kadınlara doğumdan önce ve sonra sekizer ay, yani toplamda 4 aya varan tam ücretli izin tanındı; bu dönemde kadınların tam ücretlerini almalarının yanı sıra, doğumdan sonra da çocuk için bir defalık yardım sağlandı. Yalnız yaşayan işçi kadınlar ve 14 yaşından küçük çocuk geçindirmek zorunda olan kadınlar vergiden muaf tutuldu. Devlet yalnızca bu konuya ilişkin yasalar koymakla yetinmedi elbette.

Bunları gerçek hayatta mümkün kılmak için çocuk kreş ve yuvaları, fabrika ve işletmelerde çocuk emzirme odaları, anne ve bebeğin kalabileceği yurtlar ve sağlık hizmetlerini veren kurumlar yaratılması için büyük bir çaba gösterdi.


Lenin diyor ki: “Sosyalizmi kurmak için şimdi temeli temizleme hazırlıkları yapıyoruz, ama sosyalizmin kurulması ancak kadınların tam eşitliğini başardığımızda ve önemsiz, aptallaştırıcı, üretici olmayan işten kurtulmuş olan kadınlarla, bu yeni çalışmayı birlikte yüklendiğimizde başlayacaktır. Bu, uzun yıllarımızı alacak bir iştir.”. Komünistler, kadın sorununun salt yeni yasalarla değil, devrimden sonra da uzun erimli bir mücadeleyle çözülebileceğinin bilincindeydiler.


Ve yine Lenin’in dediği gibi “Sovyet iktidarı, demokrasiyi en ileri kapitalist ülkeden bile daha büyük ölçüde gerçekleştirdi, çünkü kadınların eşitsizliğinden iz bırakmadı”. Sosyalizmde kadının toplumdaki, iş hayatındaki yerinden bahsettik. Bir sonraki yazımızda kadının aile içerisindeki yerini ele alacağız.



İstanbul’dan Bir DÖB’lü

Commentaires


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page