KADINI ÖZGÜRLEŞTİRECEK YOL
- Sabırsızlık Zamanı
- 28 Eki 2024
- 4 dakikada okunur

İki buçuk milyon yıl önce insan insan olduğundan beri, sürekli gelişip yeniden şekillenen kültürden ve toplumsal yaşam biçimlerinden birebir olarak kadın etkilendi. Eski çağlardan yeni çağlara, sınıfsız toplumlardan sınıflı toplumlara toplumsal düzen ve yaşayış biçimi her değiştiğinde, kadının tarihsel rolü de değişimin odağında oldu. Günümüzde içinde yaşadığımız toplumsal sistem yine değiştiğinde, onu birlikte değiştirdiğimizde, aslında insanlığın tümü ama “çifte ezilmişliğe” uğradığı için özellikle kadın, kendini yepyeni ve ileri bir konumda bulacak.
Yaşamı var eden, onu sürdüren ve vazgeçilmez bir parçası olan kadın; içinde bulunduğumuz düzende çifte ezilmişliğe uğruyor. İlk olarak kapitalizmin sömürü düzeninde halkın içindeki tüm işçi ve emekçilerle birlikte eziliyor; düşük ücretler ve açlık ile sınanıyor, ona ölümden başka garanti vermeyen işyerlerinde iş cinayetlerine kurban gidiyor, emeğini kiralayarak patronların kölesi oluyor, hakkını istediğinde tutsak ediliyor. İkinci olarak erkek egemen zihniyet tarafından eziliyor; özgürlüğü ile sınanıyor, sokak ortasında kadın cinayetlerine kurban gidiyor, her alanda yaşamın dışına ve ikinci plana itiliyor, iş yerinde uğradığı sömürü bitince evde tüm sorumluluk kendisinden bekleniyor. Hem cinsel hem sınıfsal sömürüye uğruyor. Böyle kıskaca alınmış bir durumda kadın kendisine bir çıkış yolu arıyor, onu özgürlüğe ve kurtuluşa çıkaracak bir yol. Çünkü eğer bir yol bulmazsa, sadece ölümü yaratan bir sistemde yaşamı var eden olma çelişkisi içinde kaybolur. Sistemin yaratmaya çalıştığı kişi olur. Kendisini de unutur, sınıf kardeşlerini de, tarihsel rolünü de... Onu kıskaca alan, sınırlarının dışına çıktığında bir duvar daha ören bu sistem karşısında bir şey yapmalıdır. Evet, kesinlikle bir şey yapmalı. Harekete geçmezse hayat onun için gittikçe daha çekilemez olacak. Ama ne yapmalı? Hangi yolu izlemeli?
Önce neyin onun karşısında durduğunu, yani “düşman”ını tespit etmeli. Özgürlüğünü elinden alıp yaşama sevincini söndüreni görmeli. Bu bir kişi mi, bu bir cins mi, bu bir düşünce mi? Eğer kadının eşitlik ve özgürlük isteği ile toplumun ekonomik sisteminin özellikleri arasındaki ilişki anlaşılırsa bu düşman kolayca tespit edilebilir. Düşman somut gerçekliği ile kanlı canlı kadının karşısında duruyor: Kapitalist düzen ve burjuvazi. Kadının “tam” ve “gerçek” anlamıyla sömürüden kurtulabilmesi için ilk olarak onu işe ve eve hapseden ekonomik sistemin ortadan kaldırılıp emeğinin özgür olduğu ekonomik sistemin inşa edilmesi gerekir. Böyle kökten bir değişim ve dönüşüm olmaksızın kadının yaşamın her alanında özgür alabilmesi mümkün olamaz. Kadın düşmanını kapitalizm olarak ortaya koymadan bir yol izlemeye çalışırsa asıl amacına doğru ilerleyemez. Çünkü mücadeledeki amaç saf “kadın-erkek eşitliği” değildir. Bu, biçimsel ve kısıtlı bir istek. Eşitsizlik yalnızca kadın-erkek arasında değildir. Burjuva kadınlar ve işçi kadınlar arasında da bir eşitsizlik vardır. Kapitalizmde burjuva kadınlar dışındaki tüm kadınlar ya işçi- emekçidir, ya hem akademik hem toplumsal sorunlarla boğuşan öğrencidir, ya da ev işlerinin kölesidir. Bu yüzden mücadeledeki asıl amaç ve vurgulanması gereken, kadının gerçek yaşamdaki eşitsiz konumunun giderilmesidir.
Günümüzde bir çözüm yoluymuş gibi görünen “feminizm” ideolojisi aslında kadınları çözüme götürmekten çok uzaktır. Feministler için baş düşman tüm hakları kendisine alıp kadınları bağımlı duruma düşüren erkek cinsidir. Aslında son hedef, kapitalist dünyanın sınırlarını çizdiği çerçevede erkeklerle eşit haklara kavuşmaktır. Kazanacakları her başarı, erkeklerin bazı ayrıcalıklı haklarından vazgeçmeleri anlamına gelecektir. Ki, bu bile bizi bir karmaşaya götürür: Kadın işçiler için erkeklerle eşit haklara sahip olmak haklardan yoksunlukta eşitlik anlamına gelirken, burjuva kadınlar için şimdiye kadar yalnızca erkeklere sunulmuş ve işçi, emekçi, genç öğrencileri ezmekte araç olarak kullanılan bazı ayrıcalıklara sahip olmak anlamına gelir. Örneğin, eylül ayının ilk günlerinde gündemimize kara, deniz, hava harp okullarından kadınların birinci olarak mezun olan 3 kadın girmişti. Feminist bakış açısı bunu alkışlamayı gerektirirdi. Ama bu, üzerimize yağacak bir sonraki bombayı atanın kadın olacak olmasını alkışlamak değil midir? “Tüm” kadınların hakkını savunmak senin hakkını elinden alanı da savunmak değil midir? Bu noktada burjuva feminizmi, sosyalist feminizm, Marksist feminizm diye ayrımlar ortaya çıkarılıyor kadının karşısına.
Oysa Marksizm’in özgürlük anlayışı ile feminizmin özgürlük anlayışı birbirinden farklıdır. Söylediğimiz gibi, feminizm kadının özgürleşmesinin kapitalist toplumda da mücadeleyle sağlanabileceğini söylerken Marksizm bireylerin özgürlüğünün koşulu olarak sömürü ve baskı toplumunun yıkılmasını koyar. Bu farklılığa rağmen feministler Marksizm’in zengin kuramından yararlanmak, feminizmle bir ilişkisi varmış gibi gösternek istiyor. Bu ilişkiyi kurabilmek için kendilerine “sosyalist-feminist” dediler. Ancak ne kuramsal olarak ne de siyasal olarak böyle bir ilişkiden söz edilemez. Feminizm kaç parçaya bölünürse bölünsün, kendilerine açıkça feminist dememek için farklı kuramları ne kadar birleştirilmeye çalışılırsa çalışılsın hiçbiri farklı bir amaca hizmet edemez. “Sosyalist-feminizm” de temelde feminizmden başka hiçbir şey değildir. Mevcut sınıflı toplum düzeni içinde kadınlara eşitlik, ayrıcalık sağlamaya çalışan bu feminist anlayış kadın ve erkeği sömürüde eşitlemekten öteye gidemez. Sömürüyü kökünden kazımak ise akıllarına gelmez. Feminist istemler dışarıdan ne kadar ileri, kökten gözükürse gözüksün sınıfsal konumu gereği bu sömürü düzenini, sosyo-ekonomik yapıyı değiştirmeye girişmeyeceği ve bu temel değişim olmadan kadınların kurtuluşu mümkün olmayacağı için özgürlük mücadelemizde izleyeceğimiz yol bu olmamalıdır.
İzleyeceğimiz yol doğuştan ya da bireysel zenginlikten doğan tüm ayrıcalıkların ortadan kaldırılmak, emeğimizi satıp karşılığını alamadığımız kapitalizmin boyunduruğundan çıkmak, sınıflı toplumun tüm çürümüş çelişkilerini yok etmek ve insanın insanı sömürmesinin mümkün olmayacağı yeni aydınlık bir dünya kurmaktır! İşte bu amaç bizi “erkeğe” karşı değil, bu mutsuz sistemden yeni bir gelecek inşa etme yolunda ilerici olanlarla birlikte yürüyerek “kapitalizme” karşı amansız bir mücadele etmeye götürür. Ancak böyle bir mücadele biz kadınları özgür kılacak ve dünyayı özgürleştirmemizi sağlayacaktır.
İstanbul’dan Bir DÖB’lü
Kommentare