GENÇLİK VE AİLE
- Sabırsızlık Zamanı
- 2 Şub 2023
- 5 dakikada okunur

Nasıl ki, işçilerin ve gençliğin talepleri farklıysa, sorunları da aynı şekilde farklıdır. Taleplerin farklılığı, sorunların özgünlüğünden gelir. Sorunların farklılığı ise, toplumsal üretim ilişkileri içerisinde bulundukları yerlerinden kaynaklanır. Gençlik (özellikle işçi gençlik); uzlaşmaz, militan ve girişken yapısı ile toplumun en dinamik, en yıkıcı güçlerinden biridir. Peki, gençliğin tüm kesimleri aynı karaktere mi sahiptir?
Yüz yıl önceki bir genç ve bugünkü bir gence baktığımızda taleplerinin ve sorunlarının birbirinden çok farklı olduğunu hatta yüz yıl önceki bir gencin daha çocukluk döneminde toplumsal üretime dahil olduğunu ve çok genç yaşta işçileştiğini göreceğiz. Ama bundan yirmi yıl önce, daha çocukluk evresinde değil de, liseden veya üniversiteden sonra üretime dahil olan bir genç ile bugünkü gençte de birçok karakteristik farklılıklar görüyoruz. İşte, bunun sebebi kuşak farkıdır. Kapitalizmde her yeni kuşak kapitalist ekonomide bir değişim dönüşüm sürecinin insanlar üzerinde yarattığı etkilerini ve değişimlerini kapsıyor. Şu an kuşakları, bir kuşağı kapsayan süreyi ve kuşak adlandırmalarını sermayenin kendi bilim insanları belirlese de kuşakları asıl belirleyen kapitalist ekonomide gerçekleşen değişim ve dönüşüm dönemidir ve o dönemde doğan, büyüyen ve toplumsal üretime dahil olan insanlar ile bir önceki dönemde doğan, büyüyen ve toplumsal üretime dahil olan insanların karakteristik yapısı ve kuşağı birbirinden farklı oluyor. Örneğin; Y kuşağına baktığımızda artık bir evin ve arabanın alınmasının zorluğu ile hep bunlar için çalışmış bir gençlik ve işçi gençlik görüyoruz. Y kuşağının bunu yapma sebebi belki de bir önceki kuşaktan edindiği tecrübe birikimi ile ev, araba almanın hayatı ne kadar rahatlattığıdır. Her yeni kuşak, bir önceki kuşakların, insanlık tarihi boyunca edinilmiş tecrübelerinin birikimini taşyor. Z kuşağı da bu kuşakların son halidir. Eski kuşaklardan farklıyız. Bir iş, araba uğruna koca bir hayatı günde 12 saat çalışarak geçirmeyi kabul etmiyoruz. İstemediğimiz bölümü okumayı, işsizliği, atanamamayı, ağır işlerde saatlerce çalışmayı, sömürülmeyi, kapitalizmi, istesek de kabullenemiyoruz! Yapamıyoruz, çünkü tecrübe ve bilgi birikimimiz, ekonomik-siyasal kriz ve kapitalizmin çöküş evresi buna izin vermiyor. Deprem gördük, pandemi gördük, ekonomik kriz gördük, halk ayaklanması gördük, darbe gördük, açlık gördük, sömürü gördük, yolsuzluk gördük, soysuzluk gördük... gördük de gördük. Hayatlarımızın ve geleceğimizin çalınma öfkesiyle yaşıyoruz. Hakkımız olanı alma isteğiyle bileniyoruz. Ve en önemlisi haklarımızın zor yoluyla alındığını çok iyi biliyoruz.
Z kuşağını diğerlerinden ayıran en belirgin özelliklerden biri, tüm hayatını bir ev, bir araba hayaliyle harcamak istemeyişidir. Evet, bizler bu modern köleci sistemin dayattığı bu hayatı yaşamak değil, gerçekçi ve insancıl hayallerimize erişmek istiyoruz. İnsanca yaşamı, nitelikli eğitimi, bir evi, bir işi, bir aşkı, yaşamayı bize çok gören bu sisteme karşı mücadele etmek istiyoruz, çünkü bu bizlerin en temel hakkıdır ve artık zorunluluk haline gelmiştir. Biliyoruz ki kapitalist sistem miadını doldurmuş ve tarih daha ileri bir toplumsal sistemi dayatmaktadır. Ve bu çöküş hızlandıkça toplum da yozlaşmaktadır. İnsanların geçinemediği ve iş bulamadığı için hırsızlığa, dilenciliğe, yağmaya yöneldiği; açlıktan, yalnızca karnını doyurmak için bireysel kaygılara düşerek sadece hayatta kalma güdüsüyle çok çalışıp mücadele etmeye çalıştığı bir süreçteyiz. Devlet geniş yığınların, gençliğin bu öfkesini ötelemek için ezilen ulus ve mültecilere yöne ırkçılığına yönelmesi taciz, tecavüz, kadın katliamlarını artırması ve her türden yozlaşmayı derinleştirmesi, bu düzenin artık insanların en temel ihtiyaçlarını, yani bir insanın yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılayamamasından kaynaklıdır. Bunca şey yaşanırken bir yanıyla aydın ve enerjik yapısıyla gençliğin bunlara karşı olması ve köklü bir değişim istemesi kadar doğal ve haklı hiçbir şey yoktur. Bu isteğimizin önünde duran ilk engel ise aile baskısıdır.
Peki neden? Aile baskısına değinmeden önce toplumumuzun aile yapısına bakmak gerekiyor. Marx, kapitalist toplumlardaki aile yapısı için “ aile, devletin en küçük yapı birimidir” der. İşte kapitalist toplumda ailenin yapısını öğrenmek için bu tespitin üzerinde durmak gerekiyor.
Kapitalist toplumda egemen sınıf patronlar, zenginlerdir. Ve kapitalist bir ülkedeki her çark bu sınıfın çıkarına döner. Adalet, sağlık, hukuk, din, para... burjuva egemenlik bunların hepsini kendi çıkarına kullanmaktadır. Kapitalizmin olayı budur zaten. Toplumun çok küçük bir kesimini oluşturan sermayedarların, işçileri sömürerek zenginleşmesi ve çoğunluğun da gittikçe fakirleşmesidir. Tabi bunu başarabilmek için sermaye türlü aygıt ve aracıyla toplum üzerinde tahakküm kurar. Ama yalnızca bunlar değil, egemen sınıf aynı zamanda kültüre, edebiyata, ahlaka, modaya, akımlara, ideolojiye de egemendir. Kendi egemenliğini ve düzenin işleyişini sürdürebilmek için işçi sınıfının ve emekçi halkın yaşayış tarzını, kültürünü, oturmasını, kalkmasını her şeyini belirlemek zorundadır. Bunlardan biri de ailedir. Kapitalizm egemenliği altında bulunan aile yapısını burjuva kültür ve burjuva karakterin geri yanlarıyla çürütür. Bunu yaparak maddi manevi her şeyi kendi çıkarı için kullanmayı çok iyi başarır ve kan bağı ile bir araya gelen bu örgütlülük yapısı olan aile kapitalizmin “Aile Bakanlığı” kuracak kadar özel yöneldiği bir yapı birimidir. Çünkü burjuva ailelerin çocukları geleceğin devlet ve şirket yönetim kadroları olarak şekillenirken, yeni burjuvalar yetiştirirken işçi ailelerinde de kendine yeni modern köleler yetiştirebileceği burjuva kültürle yozlaşmış, atomize olmuş, çürütülmüş geleceğin işçilerini oluşturur. Dinci-faşist iktidarın kendi kitlesine üç çocuk yapın nutuklarının sebebi bir yanı tepeden tırnağa dinci-faşist olmaları ve kadını tamamen eve kapatmak istemelerindendir. Bunu yaparak dinci-gericiliğin kol gezdiği bir aile ve toplumsal anlayış ile geleceğin gençliğini oluşturacak çocuklar o faşist ideoloji ile büyümek zorunda kalır.
Sermaye egemenliği ve onun devleti işçi sınıfının aile yapısını nasıl dizayn ediyor? Her sermaye iktidarı bir biçimiyle emekçilerin belli bir kesiminin siyasal desteğini aldığı gibi, emekçileri kültür ve yaşayış tarzı olarak da etkiler. Ancak unutmayalım, insanların büyük çoğunluğu gibi toplumsal yaşam koşullarının dayattığı gibi düşünür. Bu yüzden, özel mülkiyetin egemen olduğu, sermayenin televizyondan, sosyal medyaya, kültürden, yaşayış tarzına ve eğitim sistemine kadar işçi, emekçilerin beynini esir alır. En basitinden okulunu bitir, askerliğini yap bir işin olsun, kendi ayaklarının üstüne bas sonra siyaset işleriyle uğraşırsın sözü bile faşizmin kendi sözleridir. Kapitalizmin bizden istediği şey tamda budur. Kapitalizmin gençliği siyasi arenadan çekip pasifleştirmek ve apolitikleştirmek için nasıl bir politika izlediğini bu örnekle görmüş olduk. Kendisinin, insanlığın ve dünyanın geleceğine dair düşünmeyen, bir pratikte bulunmayan, verili koşulları, verili gerçekliği gibi olduğu gibi kabul edip karşısında boyun eğen ve sermayeye artı-değer, azami karlar üreten geleceğin işçilerini arzularlar. Ancak ağır çalışma koşulları, diz boyu yoksulluk, sistemin gençliğe bir şey sunmayışı, her yanımızı saran bu kesif koku gençliği harekete geçmeye iter. Kapitalizm gençliği gericileştirmek ve kendi faşizm saflarına kazanmak için ne kadar servet döküp propaganda yapsa da, ne kadar korku duvarları örmeye çalışsa da o duvar hep başına yıkılıyor. Kapitalizm ve onun faşist aygıtı ne yaparsa yapsın gençliğin çoşkun akan selini durduramıyor. Sokak röportajlarında eline mikrofonu alan her genç korkusuzca isyanını ve köklü bir değişim isteğini dile getiriyor. Her genç faşizmin içeridekilerden çok dışarıdakiler için yaptığı zindanları parmağıyla ezerek “sterse tutuklasın” diyebiliyor. Artık ailelerin “Sus” ihtarları kabuğuna sığmayan her gence yersiz geliyor. Bu sistem çöküyor ve onunla beraber korku duvarları da çöküyor. Köklü bir değişim istiyorsak yani geleceğimizin bir avuç asalak burjuvanın karı için çalınmadığı, eğitimin ücretsiz ve nitelikli olduğu, dil, din, ırk ayrımının olmadığı ve geçinmek için kılı kırk yarmak gerekmeyen bir düzende yaşamak istemiyorsak bunun için mücadele etmekten, bir işin ucundan tutmaktan başka yol yok! Ailemiz "aman çocuğum" diyecek. “Bırak başkası yapsın” diyecek. “Bir avuç insanla mı devrim yapacaksınız?” diyecek. Eğer her gün geçienememekten
intihar eden insanların acısını yüreğimizde hissediyorsak, eğer ulusundan, dininden, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden dolayı öldürülen birini kardeşimiz görüyorsak bu düzen bizi benliğimizi, bilincimizi ele geçirememiştir. Yani komutan Che Guevara'nın deyimiyle dünyanın öbür ucunda birine atılan tokadı kendi yanağımızda hissediyorsak ve bu inanılmaz vahşi düzene karşı mücadele etmek istiyorsak bizi zincirleyen her şeyden kopmamız gerekir. Kopuş yani kendimize karşı devrimimiz önce bilincimizde sonra da ailemize karşı gerçekleşmelidir! Bunun mücadelesini vermekle başlıyor mesaimiz, ama bu mücadele bu düzene karşı uzun solukludur, geleceğini devrimci toplumunu kuracak devrimci insanların şekillenişi, yeni insanı yaratması uzun soluklu bir koşudur ve bu koşuda ısrar etmek gerekir! Çünkü devrimi emekçilerle bizler yapacağız! İnsan sayısına bakmadan politikamızın bilimselliğine ve doğruluğuna güvenerek yapacağız bunu. Ah bu insanlar bir bilseler Küba devrimini 81 kişi ve bozuk bir tekneyle yürüyüşe başlayıp bir avuç insanın milyonlar olup zafere ulaştırdığını, bir bilseler Lenin'in devrimci mücadeleye fabrikasındaki işçilerle Kapital okuyarak başladığını...
SİNAN ÖZTAŞ
Comments