top of page

Devrimci Dönemeç

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 24 Şub 2024
  • 5 dakikada okunur

Hepimizin de bildiği gibi bugün tüm dünya, büyük bir dönemeçten geçmekte. Lenin'in bundan bir asır önce, kapitalizmin emperyalizm aşamasının devrimlerinin ilki olan 1905 Devrimi'nin başlangıcı esnasında söylediği şu sözler, günümüzün tüm gerçekliğini tam anlamıyla yansıtmakta:

“... Hiç kuşku yok ki, şimdi artık yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz; siyasal alt üst olmalar ve devrimler dönemi başlamıştır. ...” (V. İ. Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, s.21)

İçinde bulunduğumuz bu dönemece yeni varmadık aslında. 1989-91 karşı-devrimleri sonucu sosyalist bloğun dağılmasından sonra emperyalist-kapitalist sistemin ideologları “tarihin sonu”nu ilan ederken, 90'ların ortalarında başlayan ve biz Leninistlerin Yeni Evre olarak adlandırdığımız kapitalizmin çöküşe doğru yuvarlandığı bu dönemeç, uzun zamandır devam etmekte. Ve bu dönemeç, bizleri varacağımız yer olan sosyalizme kolay ve sancısız bir şekilde vardırmayacak gibi gözüküyor.

İyice çürümüş emperyalist-kapitalist sistem, ayakta kalabilmek için her yolu mubah görerek dünyayı büyük bir yıkıma doğru sürüklüyor. Birinci emperyalist paylaşım savaşı esnasında Rosa Luxemburg'un ortaya atmış olduğu şu slogan bugün tüm canlılığını korumakta: “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!” Dolayısıyla bizlere yeni dünyayı bir devrimle inşa etmekten başka bir yol kalmıyor.

Kurtuluşumuzun tek yolu olan devrimi hedefliyorsak, şu anki devrimci durum koşullarında neleri yapacağımızı tartışıp hedeflerimizi berraklaştırmamız gerekiyor.

*

Geçmişten günümüze kadarki bütün devrimleri inceleyelim. Bu incelememiz, bizi şu sonuca vardıracaktır: Bir devrimin gerçekleşebilmesi, nesnel koşullarla öznel koşulların birlikteliğine bağlı olan bir meseledir.

Devrimin gerçekleşebilmesi, nesnel koşulların olgunluk düzeyi ile öznel koşulların etkin gücünün çakışmasına bağlı olan bir şeydir. Peki bahsetmiş olduğumuz nesnel koşullar ile öznel koşullar nelerdir? Bunu biraz da somut olarak şöyle açıklayabiliriz: Devrimin nesnel koşulu olarak ekonomik sistemde ve politik yönetimde bir bunalımın ortaya çıkması ve bu bunalımın toplumdaki sınıf karşıtlıklarını iyice keskinleştirmiş olması gösterilebilir; yani yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istememeleri. Devrimin öznel koşulu olarak da, emekçi sınıfların savaşı sonuna kadar götürme kararlılığı ve yığınlara, egemen sınıflara karşı savaşımlarında önderlik edecek devrimci öncü partinin varlığı gösterilebilir.

Bu nedenlerden dolayı devrimci bir durumda, devrimin nesnel koşulları ile öznel koşulları arasındaki ilişki birlikte düşünülmelidir. Bir devrimci durumda nesnel koşullar devrimi dayatabilir -adı üzerinde devrimci durumdur bu- ancak, devrimin öznesi olan sınıf ya da sınıflar, iktidarı bir devrimle ele geçirebilmek için onlara önderlik edebilecek devrimci komünist öncülerin bayrağı altında düşman sınıflara karşı örgütlenmemişse, devrimci durum heba olabilmektedir. Bu nedenle bu meselede sadece nesnel koşullara bel bağlamamak gerekir. Devrimin temeli olan nesnel koşullar elbette dikkate alınmalı ama bu, öznel koşullarla birlikte değerlendirilmelidir.

*

Buraya kadar en basit ve kısa haliyle devrimin öznel koşulları ile nesnel koşullarının çakışmasının gerekliliğini anlattık. Bu anlattıklarımız neden önemlidir? Çünkü dediğimiz gibi, her devrimci durum, otomatik olarak devrimi getirmemektedir. Bilimsel sosyalizmin ustaları Marx ile Engels, sınıf mücadelelerinin her zaman toplumun devrimci bir yeniden kuruluşuyla son bulmadığını, bazı durumlarda, çatışan sınıfların ortak yıkımlarından, yani birlikte çöküşlerinden de bahsetmişlerdi. Komünist Manifesto’da Marx ile Engels, bu mesele hakkında şöyle demektedirler:

“Özgür yurttaş ile köle, patrisyen ile pleb, baron ile serf, lonca ustası ile kalfa, sözün kısası ezen ile ezilen sürekli karşı karşıya gelmişler, her seferinde ya toplumun tümüyle devrimci bir dönüşüme uğramasıyla ya da çatışan sınıfların ortak yıkımıyla sonuçlanan, kimi zaman gizliden gizliye, kimi zaman açıktan açığa, ama dur durak bilmeyen bir mücadele içinde olmuşlardır.”

Biz, öncelikle Marx ile Engels'in işaret etmiş olduğu ikinci olasılığı, yani çatışan sınıfların ortak yıkımı olasılığını tartışmak istiyoruz.

Marx ile Engels, öne sürmüş oldukları “çatışan sınıfların ortak yıkımı” olasılığı üzerine somut olarak bir örnek vermemektedirler. Bu nedenle hangi somut örneği/örnekleri işaret ettiklerini tam olarak bilemiyoruz ancak, geçmişten günümüze kadarki toplumsal ve siyasal alt üst oluşları inceleyerek bu işaret etmiş oldukları olasılığı ve bu olasılığın günümüz için anlamını tartışabiliriz.

Marx ile Engels'in öne sürmüş olduğu bu olasılığı somut olarak düşündüğümüz zaman, tarihten bir örnek olarak aklımıza Roma İmparatorluğu'nun çöküşü gelmektedir. Varlığını köle emeği üzerinden sürdüren Roma İmparatorluğu, hem içteki kölelerin ayaklanmaları hem de Roma dışından gelen “barbar” kavimlerin saldırıları sonucu yıkılmıştı. Daha sonrasında da feodalizm doğmuştu. Roma İmparatorluğu'nun çöküşü örneği, toplumun tümüyle devrimci bir dönüşümü olarak örneklendirilemez. Çünkü köle sahipleri ile köleler arasındaki süren sınıf mücadelesi, hem köle sahiplerinin hem de kölelerin birlikte çöküşüyle son bulmuş ve feodalizmin ortaya çıkması uzun bir zaman almış ve bu süreç oldukça kaotik ve sancılı geçmiştir.

Peki ya bizim de dahil olduğumuz günümüzün burjuva toplumu için ne diyebiliriz? Başlangıcından günümüze kadarki burjuva toplumunda burjuvazi ile proletaryanın birlikte çöküşü gibi bir olgu bulabilir miyiz?

Günümüzde burjuva sınıf, toplumun bütünlüğünde egemen olamadığı için günümüzün burjuva toplumu, kesin olarak yıkılmış olamasa da kaotik ve sancılı bir dönemden geçmekte. Bu düzensizliği biz emekçi sınıfın gençleri olarak hayatımızda hissediyor ve deneyimliyoruz. Bu dönemin sancılarının şiddetini en çok bizim de dahil olduğumuz emekçi sınıf hissetmekte.

Aslında Roma İmparatorluğu'nun çöküş sürecindeki durum ile şu anki emperyalist-kapitalist sistemin çöküş sürecindeki durum arasında benzerlikler vardır. Her iki sistem de varlıklarını aşırı sömürü üzerinden devam ettiriyordu ve bu yolla kendilerini yok oluşa doğru sürüklüyorlardı. Ancak Roma İmparatorluğu'nun köleci sisteminin köleleri, eşitlikçi ve özgür bir toplumu kurmakta yetkin bir sınıf ne yazık ki değildi. Lenin'in dediği gibi köleler, “...Başkaldırdılar, isyan ettiler, iç savaşlar başlattılar, ama hiçbir zaman sınıf bilinçli bir çoğunluk, mücadeleyi yöneten partiler yaratamadılar, hangi hedefe doğru ilerlediklerini açıkça anlayamadılar ve tarihin en devrimci anlarında bile daima egemen sınıfların elinde satranç taşları oldular. ...” (V. İ. Lenin, Seçme Eserler Cilt:11, s. 431)

Eşit ve özgür dünyayı inşa etme görevi bugünün kapitalist toplumunun ücretli emekçileri olan bizlerin elindedir. Kölelerin yapamadığını bugün bizler yapabilecek durumdayız. Çünkü günümüzün üretim araç ve gereçlerinin toplumun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamadaki yetkinliği, Roma İmparatorluğu'ndaki üretim araç ve gereçlerinin yetkinliğinden daha fazla gelişkindir. Bununla birlikte biz bugünün emekçilerinin entelektüel ufku da Roma İmparatorluğu'ndaki bir köleden daha geniştir.

“Eşit ve özgür dünyayı inşa etme görevi bugünün kapitalist toplumunun ücretli emekçileri olan bizlerin elindedir. Kölelerin yapamadığını bugün bizler yapabilecek durumdayız.”

*

Şimdi, Marx ile Engels'in Manifesto'da bahsettiği bu iki olasılığın, yani çatışan sınıfların birlikte çöküşü olasılığı ile toplumun devrimci dönüşümü olasılığının günümüzdeki anlamını ve geçerliliğini tartışalım. Günümüzde bir devrim olanağı var, bununla birlikte, burjuvazi ile proletaryayı, yani tüm insanlığı yok oluşa sürükleyecek olanaklar da var. Buna bir örnek olarak ekolojik yaşamın bozulması verilebilir. Kapitalizmin aşırı ve düzensiz üretiminin yaratmış olduğu iklim değişikliği ve küresel ısınma, bugün insanlık için bir felaket senaryosudur. Ayrıca bugün emperyalist devletlerin askeri gücü birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşına göre çok daha yıkıcıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin üretici güçleri yok etme potansiyeli olağanüstü derece artmıştır. Bir yandan küresel iklim felaketi bir yandan da nükleer savaş felaketi insanlığın geleceğini kuşatmaktadır.

Buraya kadar anlattıklarımızdan, tüm bu kaotik ve sancılı sürecin sona ermesi için devrimden başka bir yol olmadığını net bir şekilde anlatabildiğimizi düşünüyoruz. Bununla birlikte yeni bir topluma varmak için devrim yolunu reddedip insanlığa hiçbir vaad sunamayan burjuva sınıftan ödünler koparmaya çalışan uzlaşmacılara ve reformistlere karşı birkaç şey söylemek istiyoruz.

Eğer devrimci durumun var olduğu bir yerde devrim yerine egemen sınıftan ödün koparmak için reformlara yönelinirse, başlar duvara çarpar. Bu 100 yıl önce de böyleydi, bugün de böyle. Yaşadığımız topraklar olan Türkiye'de ve Kuzey Kürdistan'da da böyle olmuştu. Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıfları adına konuştuğunu ve onlara önderlik ettiklerini öne sürenler, ne Gezi Ayaklanması’nda ne de Kobani Serhildanı’nda devrimci bir rota tutmuştu. Onların tuttuğu rota sadece parlamentonun yolu ve dolaylı olarak da yenilginin yoluydu. C. Dağlı, Gezi Ayaklanması sonrasında sınıf uzlaşmacıları tarafından halkın enerjisinin reformizm ve uzlaşmacılık hapishanesinde nasıl yok edilmeye çalışıldığını “Devrimin Nesnel ve Öznel Koşulları” başlıklı yazısında şöyle anlatıyordu:

“Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıfları adına konuştuğunu ve onlara önderlik ettiklerini öne sürenler, ne Gezi Ayaklanması’nda ne de Kobani Serhildanı’nda devrimci bir rota tutmuştu. Onların tuttuğu rota sadece parlamentonun yolu ve dolaylı olarak da yenilginin yoluydu.”

“Kapitalizm karşısında, edilgen evrimci, iyileştirmeci, düzeltmeci ve onarıcı bir rol üstlenen küçük-burjuva hareketlerin, siyasal planda en ileri gittikleri nokta, muhalefet yoluyla, güçler dengesini değiştirmek ve burjuvazi üzerinde bir baskı gücü haline gelmek, baskı yoluyla egemen sınıftan emekçiler lehine çeşitli ödünler koparmak; kitlelere daha geniş bir hareket alanı sağlamak. Gerçekte ise, emekçi yığınları sosyal ve siyasal ödünlerle oyalayarak tekelci sermayenin konumunu güçlendirmiş ve ona daha rahat hareket etme olanağı sağlamış oluyorlar.” (C. Dağlı, Toplu Yazılar-V, s.278)

Kapitalizmin günümüzde emekçi sınıflara vaat ettiği bir şey kalmamıştır. Ne kapitalizm ne de kapitalizmi onarmaya çalışanlar ne de kapitalizmi reforme etmek isteyen uzlaşmacılar emekçi sınıflara yeni bir şey sunmaktadırlar. İnsanlık bugün bir geleceksizlikle karşılaşmaktadır. Ama bir o kadar da insanlığın önünde bir yol daha vardır. O da devrim yoluyla sosyalizme ve oradan da komünizme giden yoldur.

Bizlerin de hedefi nettir: Sosyalizme varmak uğruna emperyalist-kapitalist sistemi devrimle ortadan kaldırmak!


EKİM KOR

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
MARKSİZM 101: TARİHSEL MATERYALİZM

Tek cümleyle özetlemeye çalışırsak tarihsel materyalizm, Marksizm biliminin tarihsel gelişmeye uygulanmasıdır. Ancak bu yazıda tek bir...

 
 
 

Comments


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page