Bu Sefer Kazanacağız
- Sabırsızlık Zamanı
- 12 Mar 2020
- 5 dakikada okunur
K. Taylan Kızıldağ

Tunus, Mısır, Sudan, Irak, Lübnan, Şili, Ekvator, Haiti, Panama, Katalonya, İran... Dünyanın farklı yerlerinde farklı uluslardan, dillerden, renklerden olan ve yürekleri aynı şey için çarpan, aynı istek ve özlemleri paylaşan emekçiler, kadınlar, gençler, işçiler yani milyonlarca insan birçok ülkede sokakları doldurdu. Kimisi Whatsapp’a konan vergilere karşı, kimisi yol ücretlerine konan zamlara, kimisi geçinememeye, kimisi yılların dinci-gericiliği altında yaşamak zorundan kalmasından ötürü ama hepsi bu düzene karşı öfkeli olduğu ve harekete geçmek istediği için meydanları dolduruyor, sokakları ateşe veriyor. Evet, yaşlı dünyamız, küresel iç savaş boyutuna varan dünyanın neredeyse her yerinde devrimci bir dönemden geçiyor, devrimci durum her yerde gözle görülür hale geliyor. Çünkü emperyalist-kapitalist sistemin 2000’li yıllara girerken yaşadığı ve artık yönetemediği, sistemi derinden sarsan iktisadi krizleri beraberinde politik krizleri de derinleştiriyor. Derinleşen doruk bunalımı ile sermaye sınıfının egemenliğini eskisi gibi sürdürememesi ve emekçi sınıfların eskisi gibi yönetilmek istememesinden kaynaklı bir politik krizi farklı biçimlerde süregidiyor. Küresel çapta sermaye sınıfı için halkların yükselen devrimci dinamizmine ve kitle eylemlerine sermaye devlet aygıtları aracılığıyla, savaşlarla, yıkımlarla karşı koymaya çalışıyor. Dünyanın neresine gidersek gidelim işçi grevleri, sokak eylemleri, toplumsal kaynama ve patlamalar yaygınlaşıyor, parça parça olan eylemler genel bir talepte birleşerek büyüyor. Halklar her anlamda birbirinden öğrenebiliyor, daha dün Şili’de düşmanın kullandığı droneları lazerle düşürenler, polisin saldırılarına karşı teknik anlamda birbirinden öğrenip, birbirine öğretirken politik olarak da sadece hükümetlerin sözcülerini değil bir bütün olarak düzeni temsil eden tüm kurumları hedef alıyorlar. Şili ve Irak halkları bu konuda en iyi örneklerdir. Kapitalizm insanlığın yok oluşunu her anlamda hazırlarken emekçi halklar, gençlik oturup izlemektense tarih yapıcılığına soyunuyor, yeniyi kurmak için dövüşmeye kararlı. Dünya genelinde olgunlaşan devrimci durum ve ayaklanmaları çoğu kesim görüyor, yorumluyor ve kendince dersler çıkarıyor. Yaşadığımız topraklarda da reformizm hem Gezi'den hem de dünya genelinde son yıllardır yükselen devrimci durumdan "Nasıl öğreniriz ve halklara nasıl öğretiriz?"i değil, "Nasıl yapmamalı?"yı kendine sonuç çıkarırken, devrimci iktidarı ve sosyalizmi kurmayı bayrağına yazan bizler nasıl daha iyi yaparızı ve öğretirizi öğrenmeli ve en geniş kesimlere öğretmeliyiz. Bunu yaparken hatalarımızdan dersler çıkarmayı bilebilmeli, teknik kapasitemizi artırırken, en geniş devrimci kesimlerle doğru araçlar ile bağlar kurabilmeliyiz. İşte bunu başarabilmek için de olguları doğru değerlendirebilmek, süreçler ve çelişkiler arasındaki bağıntıları doğru tahlil edebilmek oldukça önemli.
2000'li yıllara girilirken emperyalist-kapitalist sistemin eskisi gibi devam edemeyeceğini bilen sermaye sınıfı bir avuç tekelin elinde dünya pazarının kontrolünü tutmak ve geri bıraktırılmış kapitalist ülkelerin ekonomilerini tam anlamıyla ilhak etmek için saldırılarını yoğunlaştırdı. Bu kapsamlı saldırı emperyalizmin tam ilhak süreciyle birlikte kapitalist ülkelerin iç pazarının önce yıkımını ve sonra emperyalist merkezlere eklemlenmesini ifade ediyordu. Bu durum bir entegrasyondan çok bir kendine katmadır. Dünyanın efendisi dev tekeller, bağımlı ülke ekonomilerine tam anlamıyla el koyar, bağımlı ülkelerin ekonomilerini yıkıp iç bütünlüklerini parçaladı ve kendi üretim süreçlerine göre yeniden biçimlendirir. Süreç içinde ise o ülkelerin ekonomisi, finansal olanaklarıyla tam ilhaka uğradı.
Sermaye sınıfı, üretim anarşizmi ile birlikte şişen pazarlara ek olarak üretimden kaçarak finansal yatırımlar üzerinden kupon kırparak devasa karlar elde eder, bunu yaparken giderek asalaklaşır ve topluma yabancılaşır. Fakat gelişmenin bir aşamasında krizler kaçınılmazdır ve bir yerden sonra kalıcılaşır. İşte sermaye sınıfı dünya genelinde yaşadığı finans krizleri ile birlikte kapitalizmin yapısal bunalımının derinleştiğini fark ediyordu. Dünya genelinde inanılmaz seviyelere gelen gelir adaletsizliği, yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik ve hayattan kovulma işçi sınıfı için o kadar yaygın ve olağan bir hale geldi ki ABD'de milyonlarca insan sokaklarda yaşar hale geldi, intiharlar giderek arttı, ama sistemin temel çelişkisi en çok yıkıma uğrayan kesimleri harekete geçirmeye başladı. Emperyalizmin saldırganlığına karşı halklar milyonlar halinde eylemlere döküldü ve kendi yaşamı için sokaklara aktı. Bugün yaşanan sokak eylemleri, derinleşen çatışmalar, grevler, isyanlar, emperyalist kapitalizmin yaşadığı iktisadi ve hegemonik çöküş. artık kapitalizmin yıkılış sürecinin hızlandığını ve devrimler döneminin kapıyı araladığını bizlere kanıtlar niteliktedir. Dünya genelinde emekçi halkların ve gençliğin “Hepsi, hepsi demektir” şiarı ile kavgayı ileriye ve düzenin temeline yönlendirdiğini, sermaye sınıfının egemenliğinin yıkılmadan yeni ve daha ilerinin kurulamayacağını bilinçlere çıkartıyor. Bazılarının ifade ettiği gibi dünyanın şu an bir kaos aralığında olduğu şeklindeki sığ yaklaşımları elimizin tersiyle itip önümüzde çözümlenmesi gereken en acil siyasal görevlere yoğunlaşmamız gerekiyor. Bugün dünya genelinde Latinlerden, Avrupa’ya, Ortadoğu’ya kadar yaşanan halk ayaklanmalarını inceleyecek olursak, eylemlerin en geniş kesimlerini toplumun en çok yoksullaşmış kesimleri yani proleterlerin oluşturduğunu görebiliyoruz. Eylemcilerin giderek teknik kapasitesini geliştirdiği, iletişim ve istihbarat açısından daha planlı olmaya başladıkları ve internet kullanımın ayaklanmacılar açısından oldukça önem atfedildiğini görebiliyoruz. (Şili’de eylemcilerin polislerin ev adreslerini hackleyip yayınlaması gibi). Örneğin İran ve Irak’ta ayaklanan bölgeleri birbirinden izole etmek için yoğun polis, asker ve karşı devrimci güç yığmanın yanı sıra ayaklanmacıların iletişimini kesmek için internet tümden kesildi. Bu açıdan bakıldığında sermaye sınıfı ve gerici iktidarlar internetin ayaklanmalar açısından öneminin farkında ve buna karşı önlemler alıyor. Ayaklanmaların güçlü yanlarının yanı sıra zayıf yanlarını da ele almak gerekiyor. Ayaklanmanın merkezi bir irade tarafından yönetimi, ayaklanmacı güçlerin merkezi olarak sevk ve idaresi gerçekleşmiyor, düşmana karşı en acımasız ve enerjik adımlarla hareket edilmesi ise her devrimin önünde çözülmesi gereken taktik sorunlardan biri olarak karşımızda durmaktadır. Sermaye sınıfı dünya genelinde hangi kapitalist ülkeye gidersek gidelim ayaklanmayı askeri ve zor gücüyle ezemediğini anladığında, ekonomik ve sosyal reformlara yönelme eğiliminde. Ancak görülen o ki ne Şili’de ne de Irak’ta ayaklanmacılar sermayenin bu politik manevrasına kanıp sokakları terk etmiş durumdalar. Ayaklanmacıların daha ileriye gitme isteği düzenin en temel kurumlarını hedef alması ve gerçek anlamda özgürlüğü kazanmak için daha ileriye gitmek istediğini ortaya koyuyor. Alttan eylem yani sokak hareketinin kendisi bir halk devriminin gerçekleşmesi için zaman zaman yeterli olabilir, emekçi halklar öncülerini bulmadan kendi iradeleriyle Mısır’da, Tunus’ta gerici iktidarları yıkmayı başardı, ancak üstten eylemin zorunluluğu oluşacak halk devriminin kazanımlarının korunabilmesi, devrimin emperyalizm tarafından çalınmaması ve devrimin ileriye yürüyebilmesi için bir zorunluluktur. Bu açıdan baktığımızda ayaklanmaların kendiliğinden bir yönü bulunmakla birlikte doğru öncüyle buluşabilirse ileriye yürüyeceğinden şüphemiz olmasın. Ayaklanmaların öncülüğünün ele geçirilmesi ise her ülkenin devrimci, sosyalist, komünist güçlerinin en öne alması gereken siyasal görevdir.
Ve halk ayaklanmalarında eylemlerin en önünde dövüşen gençliğe gelecek olursak, gençlik artık kapitalizmin çarkları altında yaşamak istemiyor, geleceksizliğe, yoğun emek sömürüsüne karşı ayaklanmaların en önünde yürüyor, savaşıyor. Fransa’da, Şili’de, Lübnan’da, Ekvador’da, ayaklanmacı liseliler, sokakları dolduran üniversiteliler, genç işçiler ve genç kadınlar… Gençlik özgürlüğü için her yerde sokakta. Tıpkı bu toprakların militan devrimci gençliği gibi dünya devrimci gençliği yeni bir dünyanın kurulması için militanca dövüşüyor. Kapitalizmin yıkılıp yerine sosyalizmin kurulabilmesi. özgürlükler ve akademik eğitim mücadelesinin de çıkmazlarını çözecek, gençliğin insani ve sosyal gelişiminin önü böyle açılacak.
Gezi’de, 6-8 Ekim’de, kent savaşlarında kahramanlıklar yaratan devrimci gençliğimiz yaklaşan fırtınada da rolünü oynayacak. Bu yüzden bugünden gelmekte olana hazırlanmak, yaygın anti,-faşist örgütlülükler yaratmak, gençliğin bağımsız kesimlerinin katılabileceği komiteler, meclisler örgütlemek için çalışmaları yoğunlaştırmalıyız. Bu düzene karşı öfkeli olan ve mücadele etmek isteyen ama yalnız olduğunu düşünen her gence ulaşmalı ve sıkı örgütlülükler kurmalıdır. Yaşadığımız topraklarda faşizmle hesaplaşma günü yaklaşıyor ve bu sefer faşizmi yenebilir, zaferi kazanabiliriz. Fırtına yaklaşırken, büyük bir devrimci azim ve özveri ile çalışalım!
Comments