AYAKLANMALAR ÇAĞINDA ANTİ-EMPERYALİZM
- Sabırsızlık Zamanı
- 27 Kas 2024
- 5 dakikada okunur

Emperyalizm tarih sahnesinde kapitalizmin en gelişmiş, ama aynı zamanda en yıkıcı hali olarak ortaya çıktığından bu yana komünist hareketin, Enternasyonallerin ve Komintern’in her zaman gündemine aldığı ve mücadele bayrağına yazdığı olgulardan olageldi. Komünist hareket gelişirken, her olguyu günün devrimci koşullarına dayanarak somut bir şekilde tahlil etmeye ve ona uygun mücadele hattını oluşturmaya çalıştı. Emperyalizmin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte boyunduruk altına alınan uluslar işgallere, emperyalizmin yerli işbirlikçileri kullanarak dayattığı tüm uygulamalara karşı büyük isyanlara, ulusal devrimci kurtuluş savaşlarına girişti. Bundan dolayı hem gelişen ulusal kurtuluş savaşları, hem de emperyalizmin giriştiği yağma savaşlarını anlamak ve doğru anti-emperyalist mücadele çizgisini oluşturmak için işe, ortaya çıkan olgunun ekonomik ve politik çözümlemesi ile başlandı.
Emperyalizm egemen bir dünya sistemi haline gelerek mutlak egemenlik peşinde oldu ve tüm uluslara, dünya işçi sınıfına mutlak tahakkümü ve boyun eğmeyi dayattı. 1800’lerin sonlarından itibaren serbest rekabet yerini piyasa ekonomisine bırakmış ve kapitalizm yerini daha üst bir aşaması olan emperyalist kapitalizme bırakmıştı. Haliyle ekonomik alt yapıdaki bu değişimler üst yapı kurumlarında da kendini gösterecekti. Devletlerin teşkilatlanması, iktidar biçimleri, kültür ve ideolojiler ve savaşların yapılma biçimi yani egemenlik kurma biçimi değişecekti. Dünyayı kendi aralarında paylaşan devasa tekellere ve muazzam düzeyde yoğunlaşmış ve merkezileşmiş sermaye ihracına dayanan emperyalizm dünyadaki bütün toprakları, bütün ekonomik pazarları denetimine almaya çalıştı. Bunu başarabilmenin ilk adımı ekonomik diğer adımı ise askeri olarak gerçekleşecekti. Emperyalizm egemen olduğu her yerde ulusları egemen ve ezilen uluslar olarak ikiye ayırdı ve ezilen ulusları köleleştirdi. Klasik sömürgecilik yani askeri işgallere dayanan, genel vali ataması ile sömürge olan uluslar 1960’lardan itibaren yeni tip sömürgelere dönüştürülerek, bağımlılık ilişkileri ile tahakküm altına alınacaktı. Çünkü emperyalizmin giriştiği iki büyük yıkım savaşı da başarıdan çok sosyalizmin güçlenmesinin önünü açmış ve emperyalizm köşeye sıkışmıştı. Bundan dolayı sermaye ihracı yoğunlaştırılarak bağımlı ülkelerin ekonomileri çökertilecek, emperyalist merkezlere tamamen entegre edilecekti. Ezilen uluslara ekonomik ve askeri olarak boyun büktürülerek süreç içerisinde bu uluslar ekonomik, politik ve askeri olarak bağımlı uluslara dönüştüler.
Ancak her olgu ve olayı ele alırken, devrimci komünistler bilimsel sosyalizmin gözüyle tahliller yaptı, bunu başaramamış oportünist hareketler ise sınıf işbirlikçisi konumuna düştüler. Anti-emperyalizm olgusu savaş dönemlerinde oldukça yoğun tartışılırken ve proletaryanın gündemini meşgul ederken bu güçler işçi sınıfına kendi ülkelerinin burjuvazisi ile iş birliğini vaaz ediyordu. Gerçek anlamda kendi burjuvazisi ile savaşamayan birçok ‘devrimci parti’ sınıf işbirlikçisi konuma düşerek gerici yıkım savaşlarında kendi burjuvazisini destekleyerek anavatan savunusuna düştü ve işçi sınıfının uluslararası çıkarlarına ihanet etti. Örneğin Kautsky’nin başını çektiği 2.Enternasyonal’in üyesi örgütlerin büyük çoğunluğu 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı’ında Avrupa proletaryasına kendi burjuvazisinin yanında yer almayı öğütlüyordu. Bir tek Bolşevik Parti doğru devrimci tutumu takınarak emperyalist savaşın yaratacağı sonuçlardan ve sınıf çelişkilerinden yararlanarak egemen burjuva sınıfa karşı devrimci iç savaş çağrısı yaptı. İktidara gelir gelmez Bolşevik Parti Sovyetlerin büyük çoğunluğunun desteğiyle bu yıkım savaşının tarafı olmayı bıraktı. Sovyetlerin kurulmasıyla dünya halklarının emperyalizme karşı mücadelesi düne göre daha güçlüydü.
2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’na ABD-İngiltere-Fransız emperyalistlerinin desteğiyle giren Alman emperyalizmi önce içerideki gerçek düşman proleter komünist harekete karşı ciddi bir savaşa girişti. Faşizmin bir devlet biçimi olarak tesis edilmesiyle Alman burjuvazisi uluslararası ve Alman tekellere dayanarak yıkıcı 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı başlattı. Bu yıkım savaşı süresince Sovyet halklarının emperyalizme karşı savaşımı sosyalist anayurdun kurtarılmasına odaklanmıştı. Bununla birlikte işgal altındaki Balkan ülkelerinde de, örneğin Yunanistan, Yugoslavya ve Bulgaristan, komünist partilerin öncülüğünde anti-emperyalist ulusal devrimci savaşlar hem içerdeki yerli düşmana hem de işgalci İtalyan-Alman emperyalizmine karşı veriliyordu. Uzak Doğu Asya’nın devasa ülkesi Çin’de komünist partinin öncülüğünde emperyalizme ve işbirlikçi Çin burjuvazisine karşı devrimci bir savaşım veriliyordu. Japon işgalcilerine karşı verilen büyük mücadelelerde komünist parti hem yoksul köylülüğü ve işçileri örgütlüyor hem de silahlı mücadele ile Japon işgalcileri ülkeden kovuyordu.
O günlerden 68’e anti-emperyalizm Küba devrimi, Afrika halklarının ulusal kurtuluş mücadeleleri, Vietnam devrimci savaşı emperyalizme karşı vurulan en güçlü darbeler olurken dünya proletaryası ve devrimci gençliği 68’de sokağa çıkıyordu. Anti-emperyalizm yaşadığımız topraklarda başını üniversiteli, işçi ve köylü gençliğin çektiği kitlesel gösterilerle, devasa mitinglerle ve yığın eylemleriyle kitleselleşiyordu. Denizler, Sinanlar anti-emperyalist mücadelenin başını çekerken, 71 çıkışıyla devrimimizin öncülerine dönüşeceklerdi. Onların ardıllarından bu yana anti-emperyalizm halklarımızın yüreğinde ve bilincinde her zaman güçlü bir yer edindi. IMF ve NATO’ya karşı 2009’da sokakları ateşe veren devrimci güçler, Suriye iç savaşının başlamasıyla halklar emperyalizmin saldırganlığına karşı yine sokaklardaydı. Suriye iç savaşının yıkımında emperyalistlerin dilemediği bir şey olan Rojava devrimi doğarken, emperyalizmin ve onların hizmetkarlarının planları boşa düştü. Bugün yine Filistin halkına yönelik emperyalistlerin Siyonistlerin her türlü desteğiyle gerçekleştirdiği bu soykırım savaşına karşı dünya proletaryası ve emekçi halkları tek yürek olup milyonlar olarak sokaklara akıyor.
Bugün geldiğimiz aşamada emperyalist-kapitalist sistemin hegemonyası çöküyor. 3.Dünya Savaşı küresel çapta yayılırken, emperyalistler Çin ve Rusya’nın başını çektiği kampa karşı topyekün bir yıkım savaşına hazırlanıyor. Bu savaşın sonucunda ya türümüzün yok olacağı nükleer savaşları yaşayacağız ya da savaşın yarattığı yıkımlardan devrimlerin doğduğuna tanık olacağız. Bunu söylerken ajitasyon yapmak veya sadece teorik söylemlerde bulunmak gibi bir niyetimiz yok. Küresel çapta, yaşlı dünyamız halk ayaklanmaları, kitlesel işçi grevleri ve emekçilerin sokak savaşları ile yanarken sermaye egemenliği hem devrimlerin önünü alabilmek hem de Rusya ve Çin’in başını çektiği bloğun giderek büyüyen gücünü durdurabilmek için Afganistan işgali ve İkiz Kuleler ile 3. Dünya Savaşı’nı başlatmıştı. Asya’nın kalbine sokulan bu kama, Irak’ın işgali, Suriye ve Libya’nın dinci-faşist çeteler eliyle çökertilmesi ile devam etti. Sıra Ukrayna’ya geldiğinde Rusya bir varlık yokluk savaşının içinde olduğunu anlayarak kendi halkının dayatması ve Donbass halkının çağrıları ile bu savaşı başlatmak zorunda kaldı. Ve görünen o ki bu kamplaşma ve karşı karşıya gelişler giderek derinleşecek, Ortadoğu’daki gerilim, Ukrayna ve Çin Denizi’ndeki karşı karşıya gelişler daha büyük çatışmalara yol açacak.
Komünist devrimci güçlerin büyük bir politik uyanıklıkla bu gidişata karşı durması, dünya proletaryasını bu devrimci dönemlere hazırlaması gerekiyor. Ancak her dönemde olduğu gibi 70’li yıllardan itibaren Maocu anlayışın yaydığı, hatalı bir saptama olan sosyal-emperyalizm teorisi ise yine komünist hareketin saflarındaki ayrışmayı büyütecek bir kaldıraç olarak karşımıza çıkıyor. 70’lerde yaşadığımız topraklarda, Avrupa sol hareketlerinde büyük yanılsamalar yaratan bu anlayış sonucu, Kautsky’nin yaptığı açık bir sosyal-şovenizm yapılmasa da örtülü bir şekilde, Sovyetlere karşı açık bir cephe alınması emperyalizmin işine yarıyordu. Bugün yine aynı anlayış Rusya’nın Donbass güçleriyle başlatmak zorunda kaldığı Ukrayna özel askeri operasyonunu bir askeri işgal ve bir emperyalist savaş olarak nitelendirerek NATO desteğindeki faşist sürülerin bu savaşı kazanmasını salık veriyor. Hatta Ukrayna halkının kendi kaderini tayin hakkı gibi hatalı yaklaşımlarla Donbass işçi sınıfının özgürlük mücadelesi hiçe sayılıyor. Yine benzer şekilde anti-kapitalist bir içerik olmadan sadece dönemsel çıkarlarından dolayı emperyalist devletlerin karşısında duran dinci örgütlerin veya İran gerici devletinin açık bir şekilde savunulması da o kadar yanlış bir yerde duruyor.
Buna karşın, bazen yalnız kalmak pahasına doğru çizgide yürümek gerekir. Bolşeviklerin 2.Enternasyonalcilerin ihanetine tek başlarına karşı durmaları gibi, ya da 70’lerde Denizlerin ardıllarının sosyal-emperyalizm teorisine karşı amansız bir ideolojik mücadele vermesi gibi… Yine bugün Leninistlerin Rusya-Ukrayna çatışmasının emperyalizmin yıkımını hızlandırdığını ve burada Donbass halklarından yana tutum almak gerektiğini tek başına belirtmesi gibi!
Çağımız ayaklanmalar yüzyılı olarak öne çıkarken, emperyalizmin yıkımı hızlanıyor ve her yer bir çatışma alanına dönüyor. İlerici güçler ile sermayenin güçleri, NATO ile Çin ve Rusya’nın başını çektiği içinde sosyalist ve ilerici eğilimi olan ülkeler, devrim ile karşı-devrim… Emperyalizme karşı en etkin mücadeleyi örmek uluslararası proleter devrimci hareketin ittifaklarını güçlendirerek, halklara NATO ve emperyalizmin gerçek yüzünü göstererek olur. Bu anlamda sosyal-şovenlerin kurduğu uluslararası birlikler çökerken, devrimci güçlerin kurduğu birlikler güç kazanıyor.
Bugün bu politik düzlemde kurulan Dünya Anti-Emperyalist Platformu pratikleriyle ve söylemleriyle önemli bir yerde duruyor. Bu çalışmaların gençlik ayağının oluşturulması için Anti-Emperyalist Gençlik Platformu’nun kurulması ayrıca önemli bir adımdır. Şimdi bu bilinçle harekete geçmek, geniş yığınlar içinde anti-emperyalist ruh halinin ve pratiklerin yayılması için çaba sarf etmek yakıcıdır!
K. TAYLAN KIZILDAĞ
Comments