top of page

Öykü: "Yaşam"

  • Sabırsızlık Zamanı
  • 13 Nis 2020
  • 4 dakikada okunur

Mirvan kızını hastaneye yetiştirmeye çalışıyordu. Hayatında ilk defa yalvarıyordu Tanrı’ya. Yardım istiyordu. Kızı yaşasın istiyordu. Nerden bilebilirdi her gün kızını eve götürmek için geldiği okula bir gün hasteneye götürmek için geleceğini. Kızı yaralıydı, kanlar içindeydi. Atılan her bombada yüreğine bir kurşun yemiş gibi hissediyordu. Parçalanan insan vücutları, kana bulanmış kitaplar, çığlık atan anneler, babalar ve çocuklar... Gözlerinin içine çaresizce bakan, yardım bekleyen insanlar... Kızı Haya ağlıyor, ölümden korktuğunu söylüyordu. Mirvan kızını teselli etmeye çalışıyordu:

“Dayan babacım. Dayan Kızım! Yetiştireceğim seni hastaneye. Korkmak yok .Sen babanın kızısın. Güçlüsün sen. Derin derin nefes al, ver, al, ver. Hadi yavrum.” Haya ağlıyor, konuşurken zorlanıyordu.

“Korkuyorum baba. Çok korkuyorum. Her yerim ağırıyor.”

“Korkma yanındayım ben senin. Dayan biraz. Gör bak güzel olacak her şey. Sen iyileştikten sonra gideceğiz buralardan. Türkiye’ye gideceğiz. Uçak seslerinden korkmadan uyuyabileceksin. Sakın gözlerini kapatma bir tanem.”

Bir anda büyük bir çiğlik attı Mirvan. Gene kâbus görmüştü. Vücudu tir tir titriyordu. Kızını kaybettiği günden beri bu kabusları görüyordu. Haya’yı, okulu, bombaları, parçalanan çocukları, hastaneyi, kızını hastanede nasıl kaybettiğini. Suriye’den gelirken geride bıraktıklarını. Sınırdan geçerken feribottan düşüp ölen insanları... Annesini, babasını ailesini kaybedenleri... Çocukluk arkadaşı Asaf'ı. Asaf çok yardımsever bir doktordu. Yaralı kadınlardan birini tedavi ederken kafasına gelen kurşunla ölmüştü. Hüngür hüngür ağlıyordu. İliklerine kadar hissediyordu çaresizliği. Özlüyordu. Evini, yasemin kokulu bahçesini, ailesini, kızını. Haya’yı çok özlüyordu. Haya “Yaşam" anlamına geliyordu. Yaşamak en çok kızının hakkıydı. Yaşamak en çok çocukların hakkıydı. Fakat savaş çocuk tanımıyordu. Ve şair ne güzel söylüyordu: “ Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil.” Değildi evet. Bu dünya çocuklara göre değildi. Sakallı askerler gibi öldürüyorlardı çünkü. Bütün kalemler kana bulanmıştı. Anneler acı ve gözyaşı içindeydi. Bunları düşünürken acı çekiyordu Mirvan. Gecenin acılarını örtmesini istiyordu. Kalkıp bir bardak su içti. Artık uyumak zorundaydı. Sabah erkenden işe gitmesi gerekiyordu. Mirvan kağıt toplayıcılığı yaparak geçimini sağlamaya çalışıyordu. Eşine ve çocuklarına bakmak zorundaydı. Yatağında bir süre sağa sola doğru hareket ettikten sonra uyuyakalmıştı.

Sabah saat 5 gibi uyanıp yollara koyuldu. Hava soğuktu. Ellerini ovuşturup duruyordu. Kural şuydu: Erken uyanan kazanırdı. Diğer işçilerden erken uyanıp kağıtları toplayan ilk kendi olmalıydı. Zordu kağıt toplayıcısı olmak. Elleri yara bere içinde kalıyordu insanın. Her türlü pisliğin içine elini daldırman gerekiyordu. Bir de insanlar aşağılıkmışsın gibi davranıyordu. Acıyan gözlerle bakıyordu bazen. Hele birde Arapça konuşmaya başladığın zaman... Acı nefrete dönüşüyordu gözlerde. Sözlerine de yansıyordu bu tabii. Sorgulamalar başlıyordu.

“ Neden geldiniz buraya?”

“ Vatanınızda kalıp savaşsaydınız.”

“ Mahvettiniz ülkemizi.” Ne söylerse söylesin kimse anlamayacaktı onu. Bu yüzden susmayı tercih ediyordu. Ana diliyle bile konuşmak gelmiyordu içinden. Oysa insan en iyi ana diliyle ifade eder kendini, acısını, sevincini, mutluluğunu. Ana dilinden bile nefret etmeye başlamıştı. Çöpleri karıştırırken sürekli düşünüyordu. “ Kolay gelsin” dedi kendinden emin bir ses. Uzun boylu, kısa saçlı, gözlüklü, güler yüzlü genç bir kadın. Sırtında kabarık çantası, elinde bir tomar gazeteyle: “ Bunları size getirdim. Buyrun.” dedi. Mirvan konuşmadı. Gazeteleri alıp işine devam etti. “Emeğinize sağlık.” Dedi arkadaki sevgi dolu ses. Sonra da oradan uzaklaştı. İnsanların ona böyle davranmasına alışkın değildi. Şaşırmıştı biraz. Genelde gün boyunca hakarete uğrardı çünkü.

Aksama kadar çalıştıktan sonra eve gelen Mirvan oğlu Muhammed'in üzgün olduğunu fark etti. Hiçbir şey yemiyordu. Annesi ile babası ne kadar zorlasa da ağzından tek kelime alamamışlardı.

“ Oğlum Muhammed konuşsana neden yemiyorsun yemeğini? Yemeği mi beğenmedin? İnsanlar yiyecek bile bulamazken. Hadi anlat babam . Okulda mı bir şey oldu? Muhammed onaylarcasına salladı başını. Okuldaki arkadaşlarının onu sevmediğini, onunla iletişim kurmadığını anlattı. Herkes ona pis Suriyeli diye bağırıyordu. Bugün sınıf arkadaşları toplanıp dövmüşlerdi Muhammed’i.

“ Ben sevmiyorum burayı. Geri dönmek istiyorum.” diyor kaşları çatık ağlamaklı bir ses tonuyla.

“ Oğlum ne diyorsun sen. Geri dönemeyiz oraya. Savaş devam ediyor . Burada yaşamaya alışmalıyız. Başka çaremiz yok. Sen şanslısın üstelik. Okulda gidiyorsun. Okulda gidemeyen çalışmak zorunda olan bir sürü çocuk var.”

Muhammed kalkıyor sofradan. Bir köşeye çekilip kafasını dizlerine gömüyor. Annenin aldığı lokma boğazına takılıyor. Mirvan eşiyle göz göze geliyor. Bir süre bakıştıktan sonra dışarı çıkıp sigarasını içiyor. Gökyüzü ışıl ışıl bu akşam. Gökyüzünü seyrediyor. Düşünüyor sürekli düşünüyor. Elinden hiç bir şey gelmiyor. Telefonu eline alıp haberlere bakıyor. Suriyeliler ile mahalle sakinleri arasında tartışma çıkmış. Bu tartışma şiddetlenerek saldırıya dönüşmüş. Evler zarar görmüş, arabalar yakılmış, Suriyeli bir genç yaralandığı için hastaneye kaldırılmış. Mahalle polisler tarafından ablukaya alınmış. Ne kadar yanılmış Mirvan Türkiye’ye geldiği zaman rahatlayacağını sanarak. Ayağının altındaki kedi mırlamaya başlayınca ayağıyla itekliyor kediyi Mirvan. Evine geçip uzanıyor günün yorgunluğunu atmak için.

Kalabalık bir caddedeydi. Güneş tepede. Sokak satıcılarının sesleri ile korna sesleri birbirine girmişti. İnsanların arasında bağırıp duruyordu Mirvan. “Haya nerdesin kızım nerdesin?” deyip bulunduğu alanda dört dönüyordu. “ Kızım nerdesin,” Durduruyordu önüne geleni. “Haya’yı gördünüz mü? Kızım o benim. Kaybettim kızımı gördünüz mü?”, “La” ( hayır) diyor herkes.” Kızımı gördünüz mü? Kırmızı bir mont vardı üstünde. Kaybettim onu. Lütfen bana yardım edin.” Saatlerdir aradı kızını. Bulamadı. Kaldırımın üzerine oturdu çaresizce. Halep üzerine üzerine geliyordu sanki. Minik bir el dokundu omzuna. “ Baba nerdesin seni arıyorum kaç saattir. Hadi gel benimle seni çok güzel bir yere götüreceğim.” Haya babasının elinden tutup onu ormanlık bir yere götürüyordu. Her yer yemyeşildi. Kuşların sesi büyülüyordu insanı. Temiz havayı reyhan kokusuyla beraber içine çekiyordu. Zeytin ağaçlarının olduğu bahçelerden geçip, Halep'in tarihi sokaklarına doğru yürüyorlardı. Haya babasına doğru bakarak:

“Ben okuma yazma öğrendim biliyor musun baba. Bak şimdi defterimdeki yazıyı ne kadar hızlı okuyacam.” Montunun cebinden küçük bir defter çıkarıyor Haya. Okumaya başlıyor:

“Dünyaya bir daha gelirsem, ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım.”

“ Nasıl baba güzel okudum değil mi?”

Çok güzel okudun deyip kucağına alıyor kızını. Yanağına büyük bir öpücük konduruyor. Dolaşmaya devam ediyorlar. Sokak sanatçıları “ Fairouz” ‘dan parçalar seslendiriyor. İnsanlar alkış tutuyor. Kadınlar dans ediyorlar kahkaha atarak. Dondurmacı amca geçiyor “ Dondurmammm varrr. Çikolatalı, sakızlı, meyveli dondurmaaaaa.” diye bağırıyor. Haya babasından dondurma istiyor. Kızına dondurmasını alıp yürümeye devam ediyorlar. İleride bir adam gülümseyerek bakıyor Mirvan'a. Çocukluk arkadaşı Asaf’ı görüyor. Koşarak sarılıyorlar . Asaf Ernesto Che Guevara baskılı tişörtünü giymiş. Gözlerinin içi gülüyor. Oturup çay içiyorlar beraber. Derin bir sohpet başlıyor. Çocukluk anılarından bahsediyorlar sık sık. Asaf Nizar Kabbaninin şiir kitabini hediye ediyor Mirvan’a. Mirvan şiir kitabını incelerken bir bölüm ilişiyor gözüne:

Bunun için çekiyorum isyan bayrağını!

Kediler gibi boğazlanmaya götürülen milyonlar adına

Göz kapakları çıkarılanlar adına

Dişleri sökülenler adına

Sülfirik asitte eriyenler adına, kurtçuklar gibi

Mahrum olanlar adına,

Sesten, fikirden, dilden.

Çekeceğim isyan bayrağını

Telefonun alarmıyla uyanıyor Mirvan. İlk defa çok üzülüyor rüyasının bitmesine.


Sarya



Comments


Subscribe Form

©2020 by Sabırsızlık Zamanı. Proudly created with Wix.com

bottom of page